Kemik İliği Depresyonu (Miyelosupresyon) Nedir?
Kemik iliği depresyonu, kemoterapinin ve radyoterapinin yaşamı tehdit eden bir yan etkisidir. Kemoterapide kullanılan sitotoksik ilaçların bazılarının az, bazılarının daha çok yan etkisi vardır. . Kanın şekilli elemanları (eritrosit, lökosit ve trombosit) kemik ingindeki stem hücrelerinde yapılır. Bunların ortalama yaşam süreleri farklıdır.
Eritrositler120 gün
Lökositler 4-5 gün
Trombositler 9-10 gün
Kemoterapi sonrası kan elemanlarının üretimi baskılanınca, kanda sayıları azalır ve fonksiyonlarına ilişkin yan etkileri ortaya çıkar. . İlk yan etki en kısa yaşam süresi olan lökositlerin azalması ile başlar. Ortalama olarak tedaviden 7 gün sonra başlar ve tedaviden üç hafta sonra normale döner. Ancak sitotoksiklerin bazıları 2-3 gün gibi kısa, bazıları ise 4-6 hafta arasında değişen geç yan etkilere de neden olabilmektedir.
Enfeksiyon
Lökopeniye bağlı enfeksiyon kemik iliği depresyonunun en ciddi komplikasyonudur.
Nötrofiller, vücudun ilk savunma hattı olduklarından (bakterileri lokalize ve fagosite eder), enfeksiyon riskini belirlemek için hastanın nötrofil sayısının bilinmesi önemlidir.
Kemik iliği baskılanan hastalarda enfeksiyonların çoğunun nedeni
bakteri, virüs ve mantar olabilir.
Tedavide uygun dozda antibiyotikler ve antifungal ilaçlar verilir.
Nötropeninin şiddetli olduğu durumlarda, beyaz küre transfüzyonları
yapılabilir.
Koruyucu izolasyon tekniği uygulanır.
Hasta mümkünse ayrı odaya alınır, ziyaretçi kısıtlanır, enfeksiyonlu
kişilerle teması önlenir.
Hasta ayrı odaya alınamıyorsa kendisini koruması amacıyla maske
taktırılır.
Hastaya yapılan tüm işlemlerde aseptik teknik uygulanır. Hastaya, hijyenik kurallara dikkat etmesinin, yeterli uyumasının, yeterli ve dengeli beslenmesinin gereği anlatılır ve hastanın bu kurallara uyup uymadığı yakından izlenir.
Enfeksiyon belirtileri yakından izlenir.
Anemi
Anemi dolaşımdaki kanda eritrosit sayısının azalmasıdır. Kanserli hastalarda görülen anemi nedenleri; Kemoterapi/radyoterapi sonrası kemik iliğinin geçici olarak baskılanması
Trombositopeni nedeniyle kanama Kemik iliğine tümör hücrelerinin infiltrasyonu Demir eksikliği, gastrointestinal kanama vb. kanser dışı nedenler sayılabilir.
Oksijen, eritrosit içinde bulunan hemoglobine bağlanarak dokulara taşınır.
Kemoterapi/radyoterapi sonrası kemik iliği baskılandığından eritrosit sayısı azalır ve dokulara yeterli oksijen taşınamadığından hi-poksi belirtileri ortaya çıkar.
Hastanın cildi soluktur, kaslarda zayıflık ve yorgunluk hissi vardır. Doku hipoksisi nedeniyle hasta depresif, umutsuz ve sinirli olabilir, baş ağrısı ve anjiyo tipi ağrıdan yakınabilir. Vücut oksijen gereksinimini karşılayabilmek için solunum sayısını ve kalp hızını artırır.
Tedavinin temel amacı; aneminin düzeltilmesidir. Genellikle hemoglobin düzeyi 7-9 mg altına indiğinde kan trans-füzyonu yapılmaktadır.
Oksijen tüketimini azaltmak amacıyla hasta istirahat ettirilir. Yaşam bulguları düzenli izlenir. Dengeli beslenmesi sağlanır.
Yorgunluk- Halsizlik
Kanserli hastada yorgunluk ve halsizliğin olası nedenleri arasında anemi, stres, uykusuzluk, vb. birçok neden sayılabilir. Yorgunluk ve halsizliğe neden olan bu belirtilerin fizyolojik nedenleri arasında, metabolitlerin vücutta birikmesi, hastalık ve uygulanan tedavi nedeniyle tüm vücut fonksiyonlarının ve psikososyal değişikliklerin olması sayılabilir. Tüm bu nedenler dikkate alınarak hastanın bakımı planlanır.
Kanamaya Eğilim
Kanserli hastalarda hastalık sürecinin kendisi ya da uygulanan tedavinin etkisiyle oluşan kemik iliği depresyonu sonucu, trombosito-peniye bağlı kanamaya eğilim ciddi sorunlardan biridir. Hastada yaygın peteşiyal ve subkutan kanamalar sık görülür. İdrar hematüri yönünden izlenmelidir.
Bu hastalarda sık sık gözdibi muayenesi yapılır ve düzenli trom-bosit transfüzyonları gerekebilir. İntramüsküler enjeksiyonlardan, sert diş fırçalarından kaçınılmalı, hasta travmalardan korunmalıdır. Kanserli hastalarda yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) görülebilir. Yukarıda sözü edilen tüm nedenlerle hemşire, hastanın trombosit sayısını bilmeli, düşük olduğunda kanama belirtileri yönünden hastayı izlemelidir.
İlerlemiş Kanserli Hastaların Bakımı
Çoğunlukla kanserin ilerlemiş durumlarında hastalar, ağrı, halsizlik, dispne ve inkontinans gibi semptomlardan yakınırlar. Ayrıca bulantı-kusma, konstipasyon, iyileşmeyen yaralar gibi sorunlar da sık görülmektedir.
Bu sorunlara kanserin kendisi ya da uygulanan tedavi (daha önce değinildiği gibi) neden olmaktadır.
Ağrı
Kanser tanısı olan hastaların üçte ikisinin ağrısı olmaktadır. Ağrı kanserin kaynaklandığı dokuya göre farklılık gösterir.
Kemik ağrısı; Genelde şiddetli olup, kontrol altına alınması güçtür. Ağrı sürekli olup, genellikle hareket edince ve ağırlık-kaldırınca artar.
Viseral ağrı: Karaciğer, mide, uterus, vb. organların ağrısı, basınç ve gerginlik hissi veren sürekli ve kunt tiptedir.
Sinir ağrısı: Sinirlere baskı ya da sürekli izlem sonucu oluşur. Bası nedeniyle oluşan ağrı, sızı şeklinde ve süreklidir ve daha sonra zonklama şeklinde olur. Zonklama sinirlerin tahribi sonucu görülür. Sinirlerin tahribi sonucu oluşan ağrılar pek sık görülmez, bu tür ağrı yüzeyel yanma ya da batma şeklindedir.
Yumuşak doku ağrısı: Bazen enfeksiyon sonucu olur, zonklayıcı türdedir ya da ağrılı kas spazmı olabilir. Sıklıkla ilerlemiş kanserlerde hipoproteinemi venöz staz ya da konjestif kalp yetmezliği sonucu yumuşak doku ödemi oluşur. Lenfatiklerin kompresyonu ya da metastaz nedeniyle lenf ödemi oluşur.
Ağrının Değerlendirilmesi
Ağrının doğru değerlendirilmesi uygun tedavinin ilk aşamasıdır. Ağrı sübjektiftir ve ağrının değerlendirilmesinde, sosyo-kültürel, psikolojik etkenler dikkate alınmalıdır. Kanserli hastalarda yapılan birçok çalışmada ağrının şiddetini etkileyen psikolojik faktörler incelenmiştir.
İlerlemiş kanserli hastalarda bu faktörler ağrının şiddetini artırır. Uygun tedavi için fiziksel olmayan faktörlerin de bilinmesi gerekir. Ağrının şiddeti, niteliği, yoğunluğu, yeri, ne zaman başladığı, akut ya da kronik oluşu saptanır, kaydedilir.
Ağrı değerlendirme ve izleme formlarının geliştirilip kullanılması etkili ve sistemli bir ağrı kontrolü yapılabilmesi için son derece yararlıdır.
Ağrı tedavisi
En etkili tedavi yöntemi ilaç tedavisidir. Dünya Sağlık Örgütü başlangıçta narkotik olmayan analjeziklerden başlayıp üç basamak şeklinde, birinden diğerlerine geçilmesini önermektedir. Hafif ağrı olduğunda aspirin, parasetamol Orta şiddetli ağrı olduğunda, genelde kodein kullanılır.
16 Mayıs 2010 Pazar
Karın bölgesi neden yağlanır?
Yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği yağlı karnın sebebi.
Son dönemlerde göbek bölgesi yağlanmalarının önemli bir sorun haline geldiği, nedenleri arasında ise yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği bulunduğu belirtildi.
Kalça basen bölgesi yağlanmaları da sorun
Diyet Uzmanı Oya Yüksek, son dönemlerde göbek bölgesi yağlanmalarının önemli bir sorun haline geldiğini belirterek “Nedenleri arasında yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği bulunuyor" dedi.
Memorial Tıp Merkezi Diyet Uzmanı Oya Yüksek yaptığı açıklamada, son dönemlerde görülen göbek bölgesi yağlanmalarının kalça-basen bölgesi yağlanmalarından daha büyük bir sorun haline geldiğini belirtti. Dyt. Yüksek, lokal yani bölgesel olarak tabir edilen bu tür yağlanmaların zayıf kadınlarda dahi görülebildiğine dikkati çekerek “Nedenleri arasında ise yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği geliyor" dedi.
Yüksek karbonhidratta tetikliyor
Kandaki şekeri kontrol eden bu hormonun kandaki seviyesinin oldukça önemli olduğunu belirten Dyt. Yüksek, “İnsülin metabolizması bozulduğu zaman kan şekeri seviyelerinde ve bununla birlikte diğer kan değerlerinde bozulmalar ve özellikle bel-karın bölgesinde yağlanmalar oluşur. Bununla birlikte alınan yüksek karbonhidrat da bu rahatsızlığı tetikler" diye konuştu.
Korunmak için diyet şart!
Karın bölgesindeki yağlardan korunmak ve kurtulmak için diyet ve egzersizin önemine dikkati çeken Dyt. Oya Yüksek, “Yüksek karbonhidrat yerine daha düzenli dağılmış öğünler tercih edilebilir. Karbonhidrat alımında ise karışık karbonhidrat diye tanımlanan esmer tahıl ürünleri tüketilebilir" dedi. Dyt. Yüksek ayrıca salata ve yemeklerde zeytinyağı veya kanola yağı kullanılabileceğini ve öğün aralarında fındık ya da cevizin de tüketilebileceğini sözlerine ekledi.
Etiketler:
diyet,
fazla yağlar,
güzellik sırları,
kadın sağlığı,
karın bölgesi
Besin Satin Alma Kurallari
Besin Satın Alma Kuralları
Beslenme için ilk yaptığımız iş, besin satın almaktır. Beslenme için ayrılan paranın en iyi şekilde kullanılabilmesi için besin satın almada belirli kurallara uyulmalıdır. Aşağıaki soru ve bilgiler satın alma davranışınızı kontrol etmede yardımcı olur.
a) Satın alacağınız besine ödeyeceğiniz parayla, besleyici değeri arasında ilişki arar mısınız?
Aşağıda, birbiri yerine kullanılabilen besinler gösterilmiştir. Besleyici değeri yüsek, fiyatı ucuz olanı seçmenizde yardımcı olabilir.
Pekmez, baldan daha besleyici, fiyatı da ucuz.
Elma, muz değerinde, fiyatı daha ucuz.
Yapraklı marul, göbeklisinden besleyici, fiyatı daha ucuz.
Bulgur, pirinçten besleyici, daha ucuz.
İstavrit, lüfer değerinde, fiyatı ucuz.
Yumurta, et değerinde, fiyatı ucuz.
Mercimek kıyma kadar besleyici, fiyatı çok daha ucuz.
Mevsimlik sebze, turfanda sebzeden daha besleyici, fiyatı çok daha ucuz.
Süt, gazozdan çok daha değerli, fiyatı aynı.
Ekmek, etimek ve benzeriyle aynı değerde, fiyatı çok daha ucuz.
Pastörize şişede satılan süt, kartonda satılan süt değerindedir. Şişe geri verildiği için şişe sütü daha ucuzdur.
b) Besinlerin değişik yerlerdeki fiyatını araştırır, ona göre satın alır mısınız?
taze sebze ve meyve en ucuz ve en taze olarak semt pazarlarında satılır. Manav ve süpermarketlerde, alacağınız sebze ve meyve için, daha çok para ödersiniz. Ancak, evinizden uzak bir pazara birkaç kilo sebze ve meyve almak için giderseniz, arabanıza ödeyeceğiniz benzin ya da taksi parası maliyeti artıracağından kârlı olmayacaktır.
Kuru besinler, yağ, salça ve benzeri en ucuz olarak tüketim kooperatiflerinde ve fuarlarda satılır, kuru besinler, yağ, salça ve benzerini bu yerlerden aylık veya mevsimlik satın alırsanız kârlı olur. Bu kuru besinler 6 aylık, yıllık olarak satın alınabilir. Ancak, saklama koşullarınız yetersizse, bu şekilde alış-veriş, besinin bozulmasına neden olacağından zararla sonuçlanabilir.
c) Besin satın alma hangi sıklıkla yapılmalıdır?
Kuru besinler, salça, konserve, pekmez ve benzeri aylık, hatta saklama koşulları uygunsa yıllık satın alınabilir. Böylece toptan alındığı için ucuz olduğu gibi, enflasyondan daha az etkilenir.
Taze sebze ve meyve, semt pazarlarından haftalık satın alınır.
Et, tavuk, yumurta haftalık satın alınır.
Beslenme için ilk yaptığımız iş, besin satın almaktır. Beslenme için ayrılan paranın en iyi şekilde kullanılabilmesi için besin satın almada belirli kurallara uyulmalıdır. Aşağıaki soru ve bilgiler satın alma davranışınızı kontrol etmede yardımcı olur.
a) Satın alacağınız besine ödeyeceğiniz parayla, besleyici değeri arasında ilişki arar mısınız?
Aşağıda, birbiri yerine kullanılabilen besinler gösterilmiştir. Besleyici değeri yüsek, fiyatı ucuz olanı seçmenizde yardımcı olabilir.
Pekmez, baldan daha besleyici, fiyatı da ucuz.
Elma, muz değerinde, fiyatı daha ucuz.
Yapraklı marul, göbeklisinden besleyici, fiyatı daha ucuz.
Bulgur, pirinçten besleyici, daha ucuz.
İstavrit, lüfer değerinde, fiyatı ucuz.
Yumurta, et değerinde, fiyatı ucuz.
Mercimek kıyma kadar besleyici, fiyatı çok daha ucuz.
Mevsimlik sebze, turfanda sebzeden daha besleyici, fiyatı çok daha ucuz.
Süt, gazozdan çok daha değerli, fiyatı aynı.
Ekmek, etimek ve benzeriyle aynı değerde, fiyatı çok daha ucuz.
Pastörize şişede satılan süt, kartonda satılan süt değerindedir. Şişe geri verildiği için şişe sütü daha ucuzdur.
b) Besinlerin değişik yerlerdeki fiyatını araştırır, ona göre satın alır mısınız?
taze sebze ve meyve en ucuz ve en taze olarak semt pazarlarında satılır. Manav ve süpermarketlerde, alacağınız sebze ve meyve için, daha çok para ödersiniz. Ancak, evinizden uzak bir pazara birkaç kilo sebze ve meyve almak için giderseniz, arabanıza ödeyeceğiniz benzin ya da taksi parası maliyeti artıracağından kârlı olmayacaktır.
Kuru besinler, yağ, salça ve benzeri en ucuz olarak tüketim kooperatiflerinde ve fuarlarda satılır, kuru besinler, yağ, salça ve benzerini bu yerlerden aylık veya mevsimlik satın alırsanız kârlı olur. Bu kuru besinler 6 aylık, yıllık olarak satın alınabilir. Ancak, saklama koşullarınız yetersizse, bu şekilde alış-veriş, besinin bozulmasına neden olacağından zararla sonuçlanabilir.
c) Besin satın alma hangi sıklıkla yapılmalıdır?
Kuru besinler, salça, konserve, pekmez ve benzeri aylık, hatta saklama koşulları uygunsa yıllık satın alınabilir. Böylece toptan alındığı için ucuz olduğu gibi, enflasyondan daha az etkilenir.
Taze sebze ve meyve, semt pazarlarından haftalık satın alınır.
Et, tavuk, yumurta haftalık satın alınır.
Gen Teknolojisi Nedir
Gen Teknolojisi Yöntemleri
1970 yılında rastlantı sonucu, çok ilginç bir bakteri enzimi bulundu. Bu, belli kesinti noktalarında parçalara ayırdığı DNA'yı yıkar. Bugün 100'den daha fazla böyle RESTRİKSİYON ENZİMİ bilinir. Bunlar DNA çift dizininde 4-6 baz çiftlik dizin tanır. Bunlar da birbirinin simetriğidir. Baz çifti öne veya arkaya doğru okunması halinde bile aynıdır.
Bazı restriksiyon enzimleri kesinti noktalarını, DNA fragmanlarının kısa tek di-zinli uçları geride kalıncaya kadar değiştirerek ayırır. Eğer bir uç AATT sırasını gösterirse, diğer dizin TTAA şeklindedir. Birbirine uygun olan tek dizinin bölünmeleri tekrar bir araya gelme eğilimi gösterdiğinden bunlara yapışkan uçlar (sticky ends) denir.
Restriksiyon enzimleri gen operatörlerinin kullandığı aletlere benzer. Burada farklı kökenden olan izole DNA'lar bir restriksiyon enzimi ile muamele edilir. Yapışık uçlu, bağırsak bakterisi ya da kurbağadan elde edilmiş olabilen DNA parçaları meydana gelir. Karışımda bakteri ve kurbağanın DNA fragmanlarının tesadüfi olarak birikmiş olması mümkündür. Bu parçalar "DNA-ligaz enzimi" ilavesi ile yeni kombine edilmiş DNA'ya sıkıca bağlanır.
Gen teknolojik yöntemler, sanayi ürünlerinin üretiminde de kullanılır. Günümüzde İNSÜLİN ve İNTERFERON gibi insan proteinleri, tam bir saflıkta bakteri kültürlerinden elde edilir. İnsan genini bakteriye aşılamak için bakteriyel PLAZMİD' ler kullanılır. Bunlar küçük DNA halkaları olup, az sayıda gen taşır ve hücre mem-branmdan rahatça içeri girebilir. Plazmidler izole ve restriksiyon enzimi ile muamele edilir. Açılan plazmidlere yapışkan uçlu insan geni verilir ve bağlayıcı DNA-ligaz enzimi eklenir. Böylece rekombine edilmiş insan geni içeren bir plazmid oluşur.
Dokuya Özel Plazmojen Aktivatörü (Gen Teknolojisinin Bir Ürünü)
İnsan kanı PLAZMİNOJEN proteini içerir. Bu, kan pıhtısını çözebilen PLAZ-MİN adlı enzime dönüşebilir. Bu arada pıhtılaşmada oluşan fibrin molekülleri hidro-litik olarak parçalanır.
Plazminojenin plazmine dönüşümüne çeşitli dokuların salgıladığı "tisue (=do-ku) Plasmojen Aktivatörü (tPA) etki yapar. Bu dönüşüm sadece pıhtının tek tek fibrin dizinlerinde olduğu için kanın genel pıhtılaşma özelliği zarar görmez.
Venlere tPA enjeksiyonu ile trombozlar çözünebilir ve böylece enfarktüslü hastalarda kalp damarlarındaki tıkanıklık giderilir. Ama yeterli miktarda tPA elde olmadığından, bunun plasenta dokusundan veya konserve kandan izole edilip temizlenmesi gerekir. Plazmojen-aktivatörü kompleks bir GLİKOPROTEİN'du. 527 aminoasitten oluşur ve üç bağ noktası yanında, ilaveten bir karbonhidrat zinciri de taşır. Yani kimyasal olarak sentezi mümkün değildir.
Bu yüzden çok basamaklı bir yöntemle tPA'nın gen teknolojik olarak üretimine çalışılır. Önce tPA miktarı yüksek olan bir insan hücre kültürü aranır ve bu hücrelerden mRNA izole edilir. Bu RNA'dan REVERS TRANSKRIPTAZ enzimi yardımı ile cDNA (copy DNA) üretilir.
DNA kopyalan gen operatörlüğü yardımı ile bir Plazmide yerleştirilip E. coli' ye aşılanır. Çeşitli yöntemlerle, örneğin plazmojen-aktivatörüne karşı özel bir antikor kullanılarak tPA geni içeren bakteriler bulundu. Bu bakteriler plazmojen-aktiva-törünün peptid zincirini üretiyorlardı; ama prokaryont olarak, işlevsel ökaryont gliko proteinleri yapamıyorlardı. Bu yüzden şeker bileşenlerini de tPA'ya bağlayan bir bi-yosentez bulunmalıydı. Bu nedenle bakterilerdren tPA geni izole edilip kobay hücrelerine enjekte edildi. Ökaryotik hücre kültürleri, santrifüjle tPA'nın ayrılıp kromo-tografik olarak temizleneceği proteinler üretildi. Şu anda tPA'nın gen teknolojik yöntemler kullanılarak çok yoğun bir şekilde üretimi yapılmaktadır.
Gen Teknolojisinin Kullanıldığı Alanlar için bazı örnekler
GEN TEKNOLOJİSİ canlıların genetik materyallerinin amaçlanan bir şekilde yeni kombinasyonlarını mümkün kılan, tüm metodları kapsar. Farklı türden organizmalar arasındaki genetik bilginin taşınım mekanizması da buna dahildir. Gen teknolojisinin gelecekte toplumdaki etkisi tartışılır, çünkü bu yeni teknoloji kullanımı bir yandan fayda sağlamakta; ama bazı tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Burada üzerinde en çok durulan nokta, gen teknolojik müdahalelerle yapılan değişikliklerin, organizmaların yeni özellikler kazanıp hastalık yapıcı veya çevre bozucu etki yapıp yapmayacağıdır.
Bununla birlikte gen teknolojisinin özellikle tıp, kimya endüstrisi ve tarım alanında sağladığı faydalar inkar edilemez.
Hammadde İşlemede Bazı Örnekler
Bitkilerdeki selüloz ve nişasta ham maddesi, artan bir şekilde önem kazanıyor. Dünyadaki bitkilerden yıllık nişasta üretimi bir milyon ton civarındadır. ABD'deki mısır nişastası, biyoalkol üretiminde kullanılır. Yalnız nişastanın bir ön muameleden geçirilmesi şarttır, zira Saccharomyces cerevisie adlı maya nişastayı direkt olarak mayalamaz. Onda nişasta yıkıcı bir enzim olan AMİLAZ yoktur. Bu yüzden bakterilerden amilaz için bir gen izole edilmiştir. Eğer bu gen, mayaya işlev yapacak şekilde aşılanabilirse, ideal bir mikroorganizma elde edilecektir, yani nişasta yıkımı ve alkol üretimi böylece aynı anda olacaktır.
Hayvan Islahı İle İlgili Örnekler
Günümüzde gen teknolojisinin pratik önemi hayvan ıslahında kendini gösterir. ABD'nde seksenli yıllardan beri kullanılan sığır büyüme hormonları bovine Growth Hormone (=bGH), E. coli kültüründen elde edilir. bGH bakteriye gen teknolojik olarak enjekte edilmiştir. Hergün hormon enjekte edilen ineklerde, % 40 oranında süt artışı sağlanır. Bu arada sütteki hormon kalıntılarının, insan organizmasında yol açacağı olumsuz etki de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle bGH kullanımı çeşitli ülkelerde yasaktır, zira kalıntıların kanserojen madde taşıdığı bilinir. Burada gen teknolojik müdahalede ürünün artırılması bakımından bir fayda sağlanmış olsa bile, hormon kalıntısının insanda yol açacağı kötü sonuçlar nedeniyle gerek hayvan ve gerekse bitki üretiminde hormon kullanımı, ya yasaklanmalı ya da etkin bir biçimde kontrol edilmeli ve hormonun tamamı çözünüp insanda kanser ve diğer hatalıklara yol açmaması sağlanmalıdır.
Buz Minus Bakterileri
Kaliforniya'da 1987 yılı ilkbaharında genetik olarak değiştirilen organizmalarla doğada ilk defa bir deney yürütüldü. Orada erken ilkbahar gece donları ile ürün kaybı olmaktaydı. Dona duyarlı bitkilerdeki su, normal olarak -5 ile -8°C de donar ve zarar görür. Ora bitkilerinin yüzeyinde çok sayıda bakteri vardır. Bunlardan Pseudomo-nas syringae çok yoğundur. Bu bakteri, yüzeyinde belli bir protein yapar. Bu yüzden bitkideki çiğ tanecikleri 0°C'nin hemen altında donar. Meydana gelen buz iğneleri dokuya girip onu tahrip eder.
Gen teknikerleri Pseudomanas syringae'de yüzey proteini genini saptayıp ondan bir DNA dizinini uzaklaştırdılar. Böylece yüzeyinde protein olmayan BUZ MINUS BAKTERİSİ elde ettiler. Bunlar Psedomonas syringae'nin rakibi olarak bitkiye BUZ ARTI BAKTERİ'sini sokabildiler.
Laboratuvar deneyleri "buz" eksi bakterisi serpilmiş test bitkilerinin -l°C'den zarar görmemesine karşın, muamele edilmeyen kontrol bitkilerinin hepsinin zarara uğradığı görülmüştür.
Nisan 1987'de deneme alanındaki çileklere buz-minus-bakterileri serpildi. Bu olay birçok grubun protestosuna yol açtı, zira bunlar gen teknolojisi kullanılarak değiştirilen bakterilerin serbest bırakılma tehlikesini çok büyüttüler. Buz minus bakterilerinin diğer bitkilere de yayılacağı ve buz-artı-bakterilerinin yerini alacağından korktular. Gerçekten de kontrollü ve bilinçli kullanılmama sonucunda çeşitli bitkilerin de bundan etkilendiği görülmüştür.
1970 yılında rastlantı sonucu, çok ilginç bir bakteri enzimi bulundu. Bu, belli kesinti noktalarında parçalara ayırdığı DNA'yı yıkar. Bugün 100'den daha fazla böyle RESTRİKSİYON ENZİMİ bilinir. Bunlar DNA çift dizininde 4-6 baz çiftlik dizin tanır. Bunlar da birbirinin simetriğidir. Baz çifti öne veya arkaya doğru okunması halinde bile aynıdır.
Bazı restriksiyon enzimleri kesinti noktalarını, DNA fragmanlarının kısa tek di-zinli uçları geride kalıncaya kadar değiştirerek ayırır. Eğer bir uç AATT sırasını gösterirse, diğer dizin TTAA şeklindedir. Birbirine uygun olan tek dizinin bölünmeleri tekrar bir araya gelme eğilimi gösterdiğinden bunlara yapışkan uçlar (sticky ends) denir.
Restriksiyon enzimleri gen operatörlerinin kullandığı aletlere benzer. Burada farklı kökenden olan izole DNA'lar bir restriksiyon enzimi ile muamele edilir. Yapışık uçlu, bağırsak bakterisi ya da kurbağadan elde edilmiş olabilen DNA parçaları meydana gelir. Karışımda bakteri ve kurbağanın DNA fragmanlarının tesadüfi olarak birikmiş olması mümkündür. Bu parçalar "DNA-ligaz enzimi" ilavesi ile yeni kombine edilmiş DNA'ya sıkıca bağlanır.
Gen teknolojik yöntemler, sanayi ürünlerinin üretiminde de kullanılır. Günümüzde İNSÜLİN ve İNTERFERON gibi insan proteinleri, tam bir saflıkta bakteri kültürlerinden elde edilir. İnsan genini bakteriye aşılamak için bakteriyel PLAZMİD' ler kullanılır. Bunlar küçük DNA halkaları olup, az sayıda gen taşır ve hücre mem-branmdan rahatça içeri girebilir. Plazmidler izole ve restriksiyon enzimi ile muamele edilir. Açılan plazmidlere yapışkan uçlu insan geni verilir ve bağlayıcı DNA-ligaz enzimi eklenir. Böylece rekombine edilmiş insan geni içeren bir plazmid oluşur.
Dokuya Özel Plazmojen Aktivatörü (Gen Teknolojisinin Bir Ürünü)
İnsan kanı PLAZMİNOJEN proteini içerir. Bu, kan pıhtısını çözebilen PLAZ-MİN adlı enzime dönüşebilir. Bu arada pıhtılaşmada oluşan fibrin molekülleri hidro-litik olarak parçalanır.
Plazminojenin plazmine dönüşümüne çeşitli dokuların salgıladığı "tisue (=do-ku) Plasmojen Aktivatörü (tPA) etki yapar. Bu dönüşüm sadece pıhtının tek tek fibrin dizinlerinde olduğu için kanın genel pıhtılaşma özelliği zarar görmez.
Venlere tPA enjeksiyonu ile trombozlar çözünebilir ve böylece enfarktüslü hastalarda kalp damarlarındaki tıkanıklık giderilir. Ama yeterli miktarda tPA elde olmadığından, bunun plasenta dokusundan veya konserve kandan izole edilip temizlenmesi gerekir. Plazmojen-aktivatörü kompleks bir GLİKOPROTEİN'du. 527 aminoasitten oluşur ve üç bağ noktası yanında, ilaveten bir karbonhidrat zinciri de taşır. Yani kimyasal olarak sentezi mümkün değildir.
Bu yüzden çok basamaklı bir yöntemle tPA'nın gen teknolojik olarak üretimine çalışılır. Önce tPA miktarı yüksek olan bir insan hücre kültürü aranır ve bu hücrelerden mRNA izole edilir. Bu RNA'dan REVERS TRANSKRIPTAZ enzimi yardımı ile cDNA (copy DNA) üretilir.
DNA kopyalan gen operatörlüğü yardımı ile bir Plazmide yerleştirilip E. coli' ye aşılanır. Çeşitli yöntemlerle, örneğin plazmojen-aktivatörüne karşı özel bir antikor kullanılarak tPA geni içeren bakteriler bulundu. Bu bakteriler plazmojen-aktiva-törünün peptid zincirini üretiyorlardı; ama prokaryont olarak, işlevsel ökaryont gliko proteinleri yapamıyorlardı. Bu yüzden şeker bileşenlerini de tPA'ya bağlayan bir bi-yosentez bulunmalıydı. Bu nedenle bakterilerdren tPA geni izole edilip kobay hücrelerine enjekte edildi. Ökaryotik hücre kültürleri, santrifüjle tPA'nın ayrılıp kromo-tografik olarak temizleneceği proteinler üretildi. Şu anda tPA'nın gen teknolojik yöntemler kullanılarak çok yoğun bir şekilde üretimi yapılmaktadır.
Gen Teknolojisinin Kullanıldığı Alanlar için bazı örnekler
GEN TEKNOLOJİSİ canlıların genetik materyallerinin amaçlanan bir şekilde yeni kombinasyonlarını mümkün kılan, tüm metodları kapsar. Farklı türden organizmalar arasındaki genetik bilginin taşınım mekanizması da buna dahildir. Gen teknolojisinin gelecekte toplumdaki etkisi tartışılır, çünkü bu yeni teknoloji kullanımı bir yandan fayda sağlamakta; ama bazı tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Burada üzerinde en çok durulan nokta, gen teknolojik müdahalelerle yapılan değişikliklerin, organizmaların yeni özellikler kazanıp hastalık yapıcı veya çevre bozucu etki yapıp yapmayacağıdır.
Bununla birlikte gen teknolojisinin özellikle tıp, kimya endüstrisi ve tarım alanında sağladığı faydalar inkar edilemez.
Hammadde İşlemede Bazı Örnekler
Bitkilerdeki selüloz ve nişasta ham maddesi, artan bir şekilde önem kazanıyor. Dünyadaki bitkilerden yıllık nişasta üretimi bir milyon ton civarındadır. ABD'deki mısır nişastası, biyoalkol üretiminde kullanılır. Yalnız nişastanın bir ön muameleden geçirilmesi şarttır, zira Saccharomyces cerevisie adlı maya nişastayı direkt olarak mayalamaz. Onda nişasta yıkıcı bir enzim olan AMİLAZ yoktur. Bu yüzden bakterilerden amilaz için bir gen izole edilmiştir. Eğer bu gen, mayaya işlev yapacak şekilde aşılanabilirse, ideal bir mikroorganizma elde edilecektir, yani nişasta yıkımı ve alkol üretimi böylece aynı anda olacaktır.
Hayvan Islahı İle İlgili Örnekler
Günümüzde gen teknolojisinin pratik önemi hayvan ıslahında kendini gösterir. ABD'nde seksenli yıllardan beri kullanılan sığır büyüme hormonları bovine Growth Hormone (=bGH), E. coli kültüründen elde edilir. bGH bakteriye gen teknolojik olarak enjekte edilmiştir. Hergün hormon enjekte edilen ineklerde, % 40 oranında süt artışı sağlanır. Bu arada sütteki hormon kalıntılarının, insan organizmasında yol açacağı olumsuz etki de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle bGH kullanımı çeşitli ülkelerde yasaktır, zira kalıntıların kanserojen madde taşıdığı bilinir. Burada gen teknolojik müdahalede ürünün artırılması bakımından bir fayda sağlanmış olsa bile, hormon kalıntısının insanda yol açacağı kötü sonuçlar nedeniyle gerek hayvan ve gerekse bitki üretiminde hormon kullanımı, ya yasaklanmalı ya da etkin bir biçimde kontrol edilmeli ve hormonun tamamı çözünüp insanda kanser ve diğer hatalıklara yol açmaması sağlanmalıdır.
Buz Minus Bakterileri
Kaliforniya'da 1987 yılı ilkbaharında genetik olarak değiştirilen organizmalarla doğada ilk defa bir deney yürütüldü. Orada erken ilkbahar gece donları ile ürün kaybı olmaktaydı. Dona duyarlı bitkilerdeki su, normal olarak -5 ile -8°C de donar ve zarar görür. Ora bitkilerinin yüzeyinde çok sayıda bakteri vardır. Bunlardan Pseudomo-nas syringae çok yoğundur. Bu bakteri, yüzeyinde belli bir protein yapar. Bu yüzden bitkideki çiğ tanecikleri 0°C'nin hemen altında donar. Meydana gelen buz iğneleri dokuya girip onu tahrip eder.
Gen teknikerleri Pseudomanas syringae'de yüzey proteini genini saptayıp ondan bir DNA dizinini uzaklaştırdılar. Böylece yüzeyinde protein olmayan BUZ MINUS BAKTERİSİ elde ettiler. Bunlar Psedomonas syringae'nin rakibi olarak bitkiye BUZ ARTI BAKTERİ'sini sokabildiler.
Laboratuvar deneyleri "buz" eksi bakterisi serpilmiş test bitkilerinin -l°C'den zarar görmemesine karşın, muamele edilmeyen kontrol bitkilerinin hepsinin zarara uğradığı görülmüştür.
Nisan 1987'de deneme alanındaki çileklere buz-minus-bakterileri serpildi. Bu olay birçok grubun protestosuna yol açtı, zira bunlar gen teknolojisi kullanılarak değiştirilen bakterilerin serbest bırakılma tehlikesini çok büyüttüler. Buz minus bakterilerinin diğer bitkilere de yayılacağı ve buz-artı-bakterilerinin yerini alacağından korktular. Gerçekten de kontrollü ve bilinçli kullanılmama sonucunda çeşitli bitkilerin de bundan etkilendiği görülmüştür.
Lokal Anestezi Yan Etkileri
Lokal Anestezi Komplikasyonları
Genellikle sistemik absorbsiyon nedeniyle oluşur.
A. SSS komplikasyonları: Total spinal anestezi, bulantı, kusma, öfori, huzursuzluk, anksiyete, de-zoryantasyon ile kendini gösterir.
B. Kardiyovasküler komplikasyonlar: Hipotansiyon, lumbosakral sempatik sinirlerin blokajı sonucu bacaklarda vazodilatasyon oluşması ile meydana gelir. Bloktan önce sıvı yüklemesi bu sorunu azaltır. Efedrin ile tedavi edilir. Bradikardi ve arrest iv enjeksiyon sonrasında görülebilir.
Lokal Anestezi Yan Etkileri
C. Nörotoksisite: Çok nadirdir. Kauda ekuina sendromu olarak adlandırılır. Sinir köklerinin toksik konsantrasyonda hiperbarik lokal anestezik maddeye maruz kalmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Kısa zaman aralıklarında tekrarlayan dozlarda spinal bölgeye enjeksiyonların yapıldığı mikro-kateterlerle birlikte görülmüştür. İntratekal kateterlerin ucunun sakral bölgede kalması ve hiperbarik lokal anestezik maddenin burada göllenmesi riski artırmaktadır.
D. Opioidlerle ilgili: Bulantı, kusma, kaşıntı, herpes reaktivasyo-nu, üriner retansiyon görülebilir.
Doğal olarak anesteziye, cerrahi bir işlem için gerek duyulmaktadır. Peroperatif dönemdeki mor-bidite ve mortaliteyi etkileyen 3 faktör arasında hastanın preope-ratif durumu, cerrahi işlemin süresi ve anestezi vardır. Amerikan Anesteziyoloji Derneğinin (ASA) risk sınıflandırma sistemi, hastanın preoperatif durumunu belirleyerek operasyon ve anestezi sırasındaki durumunu da gösterir (Bkz. Bölüm 6). Operasyondan önce bilinen bazı faktörler de komplikasyon oranını etkiler. Bunlar arasında:
Fiziksel durumun zayıflığı
Kalple ilgili problemler
Yaş (6 aylıktan küçük ve 70 yaşından büyük)
Anestezi ve operasyon süresi
Vital organların operasyonu
Acil operasyonlar
Kompleks operasyonlar
Psikolojik depresyon ve endişe Operasyon riskini belirleyen en önemli faktörlerden biri de; cerrahi işlemin büyüklüğü, yeri ve operatörün becerisidir. Anestezi sırasında meydana gelen olaylar, hastanın preoperatif değerlendirilmesine, kullanılan ilaçlara, kullanılan alet ve cihazlara, insani faktörlere (hatalara), anestezi prosedürlerine bağlıdır.
Kompleks sistemlerde, kritik olayların insan davranışından kaynaklandığına inanılır. İnsanlar hata yaparlar. İnsan hataları yanlışlıklar, ufak hatalar ve kusurlar olarak sınıflandırılabilirler.
Yanlışlıklar; bir hareketin planlama safhasında veya bir problemin çözülmesi sırasında görülür. Ya iyi bir kuralın yanlış uygulanması ya da kötü bir kuralın uygulanması sonucu oluşurlar. Ufak hatalar ve kusurlar; bir işi yerine getirme safhasında yapılan hatalardır. Ufak hatalar, dikkatle ilgili hatalardır. Revers ajanlarının yerine kas gevşetici ajanın enjeksiyonu gibi. Kusurlar, hafıza ile ilgili olanlardır. Planlanan hareketleri unutmak (örn; otomatik ventilatörü çalıştırmayı unutmak) bunlara örnektir.
Genellikle sistemik absorbsiyon nedeniyle oluşur.
A. SSS komplikasyonları: Total spinal anestezi, bulantı, kusma, öfori, huzursuzluk, anksiyete, de-zoryantasyon ile kendini gösterir.
B. Kardiyovasküler komplikasyonlar: Hipotansiyon, lumbosakral sempatik sinirlerin blokajı sonucu bacaklarda vazodilatasyon oluşması ile meydana gelir. Bloktan önce sıvı yüklemesi bu sorunu azaltır. Efedrin ile tedavi edilir. Bradikardi ve arrest iv enjeksiyon sonrasında görülebilir.
Lokal Anestezi Yan Etkileri
C. Nörotoksisite: Çok nadirdir. Kauda ekuina sendromu olarak adlandırılır. Sinir köklerinin toksik konsantrasyonda hiperbarik lokal anestezik maddeye maruz kalmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Kısa zaman aralıklarında tekrarlayan dozlarda spinal bölgeye enjeksiyonların yapıldığı mikro-kateterlerle birlikte görülmüştür. İntratekal kateterlerin ucunun sakral bölgede kalması ve hiperbarik lokal anestezik maddenin burada göllenmesi riski artırmaktadır.
D. Opioidlerle ilgili: Bulantı, kusma, kaşıntı, herpes reaktivasyo-nu, üriner retansiyon görülebilir.
Doğal olarak anesteziye, cerrahi bir işlem için gerek duyulmaktadır. Peroperatif dönemdeki mor-bidite ve mortaliteyi etkileyen 3 faktör arasında hastanın preope-ratif durumu, cerrahi işlemin süresi ve anestezi vardır. Amerikan Anesteziyoloji Derneğinin (ASA) risk sınıflandırma sistemi, hastanın preoperatif durumunu belirleyerek operasyon ve anestezi sırasındaki durumunu da gösterir (Bkz. Bölüm 6). Operasyondan önce bilinen bazı faktörler de komplikasyon oranını etkiler. Bunlar arasında:
Fiziksel durumun zayıflığı
Kalple ilgili problemler
Yaş (6 aylıktan küçük ve 70 yaşından büyük)
Anestezi ve operasyon süresi
Vital organların operasyonu
Acil operasyonlar
Kompleks operasyonlar
Psikolojik depresyon ve endişe Operasyon riskini belirleyen en önemli faktörlerden biri de; cerrahi işlemin büyüklüğü, yeri ve operatörün becerisidir. Anestezi sırasında meydana gelen olaylar, hastanın preoperatif değerlendirilmesine, kullanılan ilaçlara, kullanılan alet ve cihazlara, insani faktörlere (hatalara), anestezi prosedürlerine bağlıdır.
Kompleks sistemlerde, kritik olayların insan davranışından kaynaklandığına inanılır. İnsanlar hata yaparlar. İnsan hataları yanlışlıklar, ufak hatalar ve kusurlar olarak sınıflandırılabilirler.
Yanlışlıklar; bir hareketin planlama safhasında veya bir problemin çözülmesi sırasında görülür. Ya iyi bir kuralın yanlış uygulanması ya da kötü bir kuralın uygulanması sonucu oluşurlar. Ufak hatalar ve kusurlar; bir işi yerine getirme safhasında yapılan hatalardır. Ufak hatalar, dikkatle ilgili hatalardır. Revers ajanlarının yerine kas gevşetici ajanın enjeksiyonu gibi. Kusurlar, hafıza ile ilgili olanlardır. Planlanan hareketleri unutmak (örn; otomatik ventilatörü çalıştırmayı unutmak) bunlara örnektir.
Kolonoskopi Nedir
Kolonoskopi Nedir
Kolonoskopi taraması, kolorektal kanseri saptamak ve çıkarmak—belki de önlemek—için altın standart olarak değerlendiriliyor. Bu uygulamayla kolon kanserlerinin %95'i saptanabilir ve prekanse-röz polipler kansere dönüşmeden alınabilir.
Kolonoskopide sigmiodoskopideki teknolojinin aynısı kullanılır, ama sigmoidoskopide olduğu gibi kolonun sadece alt kısmı değil, rektumdan çekuma 1,5-1,8 m uzunluğundaki kolonun tümü taranır. Tarama sırasında hekim, sigmoidoskopide kullanılan tipte, ışık, vide-o kamera, görsel alanı açmak için hava üfleyen bir alet ile doku biyopsisi veya polipleri almak için kullanılacak aletlerin geçeceği boş bir kanal içeren, uzun, esnek, ince bir hortum kullanır.
Kolonoskopi Hazırlığı
Fiberoptik esnek kolonoskop rektumdan yukarı, tüm kolon boyunca dikkatlice ilerletilir ve sonra da yavaşça geri çekilir. Video kameradan alınan görüntüler büyütülerek bir monitöre yansıtılır. Tarama sırasında dokulara veya poliplere biyopsi yapılabilir, polipler alınabilir. İşlem hasta açısından genellikle 30-60 dakika sürer, ama biyopsi yapılması veya polip alınması gerekirse uzayabilir. Aslında işlem sırasında görüntülerin incelenmesi ancak 12-15 dakika sürer.
Tüm polipler, prekanseröz görünmeseler de genellikle önlem olarak alınır. Alınamayacak kadar iri poliplere veya anomalilere biyopsi yapılır ve doku test için laboratuvara gönderilir.
Hekim bu testi ayakta hasta kapsamında uygular. Uygulama yapılacak kişiye genellikle hafif bir sedatif verilir. Bunun amacı bireyi bilinçli sedasyon adı verilen gevşemiş, uyuşuk bir hale sokmaktır. Bu genel anestezi değildir—kendi başınıza nefes alıp verebilirsiniz ve size söylenenlere cevap verebilirsiniz, ama kısa süreli unutkanlığa neden olur. Büyük olasılıkla yapılan işlemi hatırlamaz, ağrı ya da rahatsızlık hissetmezsiniz. (Kolonoskopi sonrası)
Aslında pek çok kişiye göre bu taramanın en sıkıntılı kısmı tüm kalın barsağın temizlenmesini gerektiren hazırlık aşamasıdır. Hekiminiz teste hazırlanmak için neler yapmanız gerektiğini ayrıntılı olarak anlatacaktır. Bu hazırlıklar çok önemlidir: Kolonunuz dışkıdan tam olarak temizlenmezse kolonun iç yüzeyi net olarak görülemez ve hekim işlemi yinelemek zorunda kalabilir.
Tüm hazırlık işlemi iki gün ya da biraz daha fazla sürer ve bu süre boyunca sürekli tuvalete yakın bir yerde bulunmak isteyebilirsiniz. Kolonoskopiden önceki gün diyet verilir. Diyette sadece tavuk suyu veya meyve suyu gibi katı madde içermeyen sıvılara izin verilir. Şekersiz kahveye ve çaya izin verilir, ama süt yasaktır. Kırmızı dışında her renk jelatine de izin vardır. Kan inceltici almamanız istenir.
Laksatife kolonoskopiden önceki akşam başlanır. Genellikle sıvıdır, ama hap şeklindeki laksatifler de artık bulunuyor. Bazıları bu tip laksatifleri yeğlemektedir. Hekiminizden bu konuda bilgi isteyin.
Kolonoskopinin ardından sedatifin etkisi geçene kadar gözlem altında tutulursunuz. Araba kullanamazsınız, bu nedenle birinin sizi alması için ayarlama yapmalı ya da taksiye binmelisiniz. Günün geri kalanında kendinizi zorlamayın ve laksatif kullanımıyla kaybettiğiniz sıvıyı yerine koymak için bol sıvı tüketin.
Biyopsi yapıldıysa veya polip alındıysa, rektumdan çok hafif bir kanama gelebilir. Bu normaldir. Ancak ağır kanamanız olursa veya şiddetli kramplar, ateş ya da titreme başlarsa hekiminizi arayın.
Kolon kanseri riski ortalama düzeyde olan, 50 yaş üstündeki herkese 10 yılda bir kolonoskopi yaptırması önerilir. Kanseröz polipler oldukça yavaş büyüdüğünden polip saptanmayan, riski artmış olmayanların on yılda birden daha sık kolonoskopi yaptırmasına gerek olmayacaktır. Yüksek risk altındakiler ise daha sık yaptırmalıdır.
Riskler ve dezavantajlar. Kolonoskopi girişimsel (invazıf) bir işlemdir. Dolayısıyla ufak bir risk taşır. Fiberoptik kolonoskopiden kaynaklanan delinme veya enfeksiyon riski her 1000 kolonoskopide bir ya da üç kişide görülür.
Kolonoskopiler her zaman hatasız olmaz. Kalın barsak içinde katlanıp kıvrıldığından tümörler, özellikle de yassı olanlar ve barsak duvarında gelişmekte olanlar gözden kaçabilir. Yılda bir yapılan dışkıda kan testleri bu tümörleri saptamaya yardım edebilir.
Vücudun susuz kalması da sıkıntı yaratabilir: Sodyum fosfat içeren bir lavman ya da oral laksatif kullandıysanız, su kaybetme riskiniz olabilir. Bol sıvı almalısınız, elektrolit içeren solüsyonları da düşünebilirsiniz. Piyasada çok çeşitli çözümler bulunmaktadır. Hekiminize ne önerdiğini sorun. Sodyum fosfat içeren formüller bazılarında böbrek hasarı riskini de artırabilir.
Kolonoskopi yaptırmadan önce hekiminizle genel sağlık durumunuz, kronik hastalıklarınız ve reçetesiz ilaçlar ve besin destekleri dahil, aldığınız tüm ilaç ve destekler konusunda konuşmalısınız.
Kolonoskopi taraması, kolorektal kanseri saptamak ve çıkarmak—belki de önlemek—için altın standart olarak değerlendiriliyor. Bu uygulamayla kolon kanserlerinin %95'i saptanabilir ve prekanse-röz polipler kansere dönüşmeden alınabilir.
Kolonoskopide sigmiodoskopideki teknolojinin aynısı kullanılır, ama sigmoidoskopide olduğu gibi kolonun sadece alt kısmı değil, rektumdan çekuma 1,5-1,8 m uzunluğundaki kolonun tümü taranır. Tarama sırasında hekim, sigmoidoskopide kullanılan tipte, ışık, vide-o kamera, görsel alanı açmak için hava üfleyen bir alet ile doku biyopsisi veya polipleri almak için kullanılacak aletlerin geçeceği boş bir kanal içeren, uzun, esnek, ince bir hortum kullanır.
Kolonoskopi Hazırlığı
Fiberoptik esnek kolonoskop rektumdan yukarı, tüm kolon boyunca dikkatlice ilerletilir ve sonra da yavaşça geri çekilir. Video kameradan alınan görüntüler büyütülerek bir monitöre yansıtılır. Tarama sırasında dokulara veya poliplere biyopsi yapılabilir, polipler alınabilir. İşlem hasta açısından genellikle 30-60 dakika sürer, ama biyopsi yapılması veya polip alınması gerekirse uzayabilir. Aslında işlem sırasında görüntülerin incelenmesi ancak 12-15 dakika sürer.
Tüm polipler, prekanseröz görünmeseler de genellikle önlem olarak alınır. Alınamayacak kadar iri poliplere veya anomalilere biyopsi yapılır ve doku test için laboratuvara gönderilir.
Hekim bu testi ayakta hasta kapsamında uygular. Uygulama yapılacak kişiye genellikle hafif bir sedatif verilir. Bunun amacı bireyi bilinçli sedasyon adı verilen gevşemiş, uyuşuk bir hale sokmaktır. Bu genel anestezi değildir—kendi başınıza nefes alıp verebilirsiniz ve size söylenenlere cevap verebilirsiniz, ama kısa süreli unutkanlığa neden olur. Büyük olasılıkla yapılan işlemi hatırlamaz, ağrı ya da rahatsızlık hissetmezsiniz. (Kolonoskopi sonrası)
Aslında pek çok kişiye göre bu taramanın en sıkıntılı kısmı tüm kalın barsağın temizlenmesini gerektiren hazırlık aşamasıdır. Hekiminiz teste hazırlanmak için neler yapmanız gerektiğini ayrıntılı olarak anlatacaktır. Bu hazırlıklar çok önemlidir: Kolonunuz dışkıdan tam olarak temizlenmezse kolonun iç yüzeyi net olarak görülemez ve hekim işlemi yinelemek zorunda kalabilir.
Tüm hazırlık işlemi iki gün ya da biraz daha fazla sürer ve bu süre boyunca sürekli tuvalete yakın bir yerde bulunmak isteyebilirsiniz. Kolonoskopiden önceki gün diyet verilir. Diyette sadece tavuk suyu veya meyve suyu gibi katı madde içermeyen sıvılara izin verilir. Şekersiz kahveye ve çaya izin verilir, ama süt yasaktır. Kırmızı dışında her renk jelatine de izin vardır. Kan inceltici almamanız istenir.
Laksatife kolonoskopiden önceki akşam başlanır. Genellikle sıvıdır, ama hap şeklindeki laksatifler de artık bulunuyor. Bazıları bu tip laksatifleri yeğlemektedir. Hekiminizden bu konuda bilgi isteyin.
Kolonoskopinin ardından sedatifin etkisi geçene kadar gözlem altında tutulursunuz. Araba kullanamazsınız, bu nedenle birinin sizi alması için ayarlama yapmalı ya da taksiye binmelisiniz. Günün geri kalanında kendinizi zorlamayın ve laksatif kullanımıyla kaybettiğiniz sıvıyı yerine koymak için bol sıvı tüketin.
Biyopsi yapıldıysa veya polip alındıysa, rektumdan çok hafif bir kanama gelebilir. Bu normaldir. Ancak ağır kanamanız olursa veya şiddetli kramplar, ateş ya da titreme başlarsa hekiminizi arayın.
Kolon kanseri riski ortalama düzeyde olan, 50 yaş üstündeki herkese 10 yılda bir kolonoskopi yaptırması önerilir. Kanseröz polipler oldukça yavaş büyüdüğünden polip saptanmayan, riski artmış olmayanların on yılda birden daha sık kolonoskopi yaptırmasına gerek olmayacaktır. Yüksek risk altındakiler ise daha sık yaptırmalıdır.
Riskler ve dezavantajlar. Kolonoskopi girişimsel (invazıf) bir işlemdir. Dolayısıyla ufak bir risk taşır. Fiberoptik kolonoskopiden kaynaklanan delinme veya enfeksiyon riski her 1000 kolonoskopide bir ya da üç kişide görülür.
Kolonoskopiler her zaman hatasız olmaz. Kalın barsak içinde katlanıp kıvrıldığından tümörler, özellikle de yassı olanlar ve barsak duvarında gelişmekte olanlar gözden kaçabilir. Yılda bir yapılan dışkıda kan testleri bu tümörleri saptamaya yardım edebilir.
Vücudun susuz kalması da sıkıntı yaratabilir: Sodyum fosfat içeren bir lavman ya da oral laksatif kullandıysanız, su kaybetme riskiniz olabilir. Bol sıvı almalısınız, elektrolit içeren solüsyonları da düşünebilirsiniz. Piyasada çok çeşitli çözümler bulunmaktadır. Hekiminize ne önerdiğini sorun. Sodyum fosfat içeren formüller bazılarında böbrek hasarı riskini de artırabilir.
Kolonoskopi yaptırmadan önce hekiminizle genel sağlık durumunuz, kronik hastalıklarınız ve reçetesiz ilaçlar ve besin destekleri dahil, aldığınız tüm ilaç ve destekler konusunda konuşmalısınız.
Deniz Ekosistemi Nedir
Deniz Ekosistemi Nedir
Denizin Bölümlere Ayrılması
Denizler, yeryüzünün birbiri ile bağlantılı en büyük ekosistemini oluşturur. İç suların yüzölçümü % 1 olduğu halde denizlerin yüzölçümü, yer kürenin % 71'ini oluşturur.
Bu büyük yaşam alanı, kaba olarak açık deniz, yani PELAJİAL ve deniz zemini, yani BENTHAL olmak üzere ayrılır. Bu bölgeler, yine dikine ve yatay alt bölümlere sahiptir. Diğer yandan karasal yamaç serbest su ile birleşir. Dikine olarak 100 m derinliğinde az çok ışığın girdiği ÖFATİK ZON (=EPİPELAJİAL) ve bunu izleyen ışıksız kısım, yani AFOTİK ZON (=ABİSSAL) bulunur.
Deniz zemini de LITORAL ve SUBLİTORAL ZON'a ayrılır. Bundan bir yandan kıyı, diğer yandan da delta bölgesinin kara kenarına kadar olan kısmındaki zemin bölgesi anlaşılır. Bunu karasal yamacın 3 000-7 000 m derinliğe kadar inen kısmı izler. Derin deniz çanağı, denizin en büyük kısmıdır. Burası tüm yüzeyin 5/7'sini içine alır ve yeryüzünün yaklaşık yarısını kapsar.
Yaşama Alanı Olarak Deniz ekosistem
Tuz, besin maddesi, sıcaklık, ışık ve su hareketleri, denizin yaşama koşullarını belirleyen, abiyotik faktörlerdir. Denizlerin ortalama tuzluluğu % 0,35'dir. Sıcaklığın azalması ile deniz suyunun yoğunluğu artar. Böylece soğuyan yüzey suyu dibe çöker. Su yüzeyi donsa bile, sıcaklığa bağlı bu sirkülasyonlar durmaz; ama sadece yavaşlar. Tatlı suda görülebilen değişmeyen (=stabil) bir kış durgunluğuna (=stag-nasyon) denizde rastlanmaz. Buna karşın yaz stagnasyonu, yani sıcak suyun soğuk tabaka üzerinde bulunması durumu deniz suyunda da görülür. Tropik bölgelerdeki bu ilişkilere bütün yıl boyunca rastlanır.
Rüzgar, med-cezir ve yoğunluk farkı ile oluşan su akıntıları kompleks bir sistem oluşturur. Su akıntılarının oluşumunu, basit olarak aşağıdaki gibi açıklayabiliriz: Ekvatorun yakınındaki rüzgarlar, kıtalar ve yerkürenin dönüşü istikametinde yüzey suyunu yönlendiren ekvator akıntılarını, kuzeye veya güneye taşır. Su kütleleri orada soğudukça soğur ve deniz dibine çökerek tekrar derin su akıntısı şeklinde ekvatora doğru geriye akar.
Denizde Yaşayan Organizmalar ve deniz ekosistemi hakkında bilgi
Soğuk ve besince zengin üst düzeyde fitoplanktonlar yüksek oranda primer üretim yapar. Açık suda yaşayıp, hareket etmeyen veya çok zayıf hareket eden organizmalara genel bir kavram olarak PLANKTON denir. Bunlar pasif olarak suyun akıntı ve hareketleri ile taşınır.
Denizcil fitoplanktonlar kalkerli alg ve dinoflagellatlardan oluşur. Zooplankton-lardan yengeçler zooplankton kütlesinin % 70'ini oluşturur. Yaşam sikluslarının tamamını açık suda geçiren planktonların 30 000 türü vardır. Oklu solucan, kanatlı salyangoz ve yengeç larvaları, salyangozlar, halkalı solucanlar ve deniz kirpileri deniz planktonlarındandır.
Denizde yaşayan omurgalı hayvan ve mürekkep balıkları NEKTONları oluşturur. Nekton denince, denizde akıntıya karşı hareket edebilen canlılar anlaşılır. Yaklaşık 20 000 balık türü nektondur.
Plankton ve nektonlar besin zinciri ve ağı ile birbirine bağlıdır. Yıkımda ortaya çıkan besin maddesi derindeki suyun yükselmesi ile üretimin olduğu bölgeye gelir. Üretimin çok zengin olduğu bu tip sucul alanlara örnek olarak Kuzey Denizi'ni verebiliriz. Dünya denizlerinde, elde edilen yıllık 60 milyon ton ürünün 3 milyon tonu, balık, midye ve istridye olarak Kuzey Denizi'nden elde edilir.
Diğer deniz bölgeleri, biyolojik olarak bir çöle benzer. Örneğin okyanusun orta bölgeleri, ekvatorun kuzeyi ve güneyi, ışık ve sıcaklığın iyi olmasına rağmen üre-timsiz çöller gibidir.
Denizin Bölümlere Ayrılması
Denizler, yeryüzünün birbiri ile bağlantılı en büyük ekosistemini oluşturur. İç suların yüzölçümü % 1 olduğu halde denizlerin yüzölçümü, yer kürenin % 71'ini oluşturur.
Bu büyük yaşam alanı, kaba olarak açık deniz, yani PELAJİAL ve deniz zemini, yani BENTHAL olmak üzere ayrılır. Bu bölgeler, yine dikine ve yatay alt bölümlere sahiptir. Diğer yandan karasal yamaç serbest su ile birleşir. Dikine olarak 100 m derinliğinde az çok ışığın girdiği ÖFATİK ZON (=EPİPELAJİAL) ve bunu izleyen ışıksız kısım, yani AFOTİK ZON (=ABİSSAL) bulunur.
Deniz zemini de LITORAL ve SUBLİTORAL ZON'a ayrılır. Bundan bir yandan kıyı, diğer yandan da delta bölgesinin kara kenarına kadar olan kısmındaki zemin bölgesi anlaşılır. Bunu karasal yamacın 3 000-7 000 m derinliğe kadar inen kısmı izler. Derin deniz çanağı, denizin en büyük kısmıdır. Burası tüm yüzeyin 5/7'sini içine alır ve yeryüzünün yaklaşık yarısını kapsar.
Yaşama Alanı Olarak Deniz ekosistem
Tuz, besin maddesi, sıcaklık, ışık ve su hareketleri, denizin yaşama koşullarını belirleyen, abiyotik faktörlerdir. Denizlerin ortalama tuzluluğu % 0,35'dir. Sıcaklığın azalması ile deniz suyunun yoğunluğu artar. Böylece soğuyan yüzey suyu dibe çöker. Su yüzeyi donsa bile, sıcaklığa bağlı bu sirkülasyonlar durmaz; ama sadece yavaşlar. Tatlı suda görülebilen değişmeyen (=stabil) bir kış durgunluğuna (=stag-nasyon) denizde rastlanmaz. Buna karşın yaz stagnasyonu, yani sıcak suyun soğuk tabaka üzerinde bulunması durumu deniz suyunda da görülür. Tropik bölgelerdeki bu ilişkilere bütün yıl boyunca rastlanır.
Rüzgar, med-cezir ve yoğunluk farkı ile oluşan su akıntıları kompleks bir sistem oluşturur. Su akıntılarının oluşumunu, basit olarak aşağıdaki gibi açıklayabiliriz: Ekvatorun yakınındaki rüzgarlar, kıtalar ve yerkürenin dönüşü istikametinde yüzey suyunu yönlendiren ekvator akıntılarını, kuzeye veya güneye taşır. Su kütleleri orada soğudukça soğur ve deniz dibine çökerek tekrar derin su akıntısı şeklinde ekvatora doğru geriye akar.
Denizde Yaşayan Organizmalar ve deniz ekosistemi hakkında bilgi
Soğuk ve besince zengin üst düzeyde fitoplanktonlar yüksek oranda primer üretim yapar. Açık suda yaşayıp, hareket etmeyen veya çok zayıf hareket eden organizmalara genel bir kavram olarak PLANKTON denir. Bunlar pasif olarak suyun akıntı ve hareketleri ile taşınır.
Denizcil fitoplanktonlar kalkerli alg ve dinoflagellatlardan oluşur. Zooplankton-lardan yengeçler zooplankton kütlesinin % 70'ini oluşturur. Yaşam sikluslarının tamamını açık suda geçiren planktonların 30 000 türü vardır. Oklu solucan, kanatlı salyangoz ve yengeç larvaları, salyangozlar, halkalı solucanlar ve deniz kirpileri deniz planktonlarındandır.
Denizde yaşayan omurgalı hayvan ve mürekkep balıkları NEKTONları oluşturur. Nekton denince, denizde akıntıya karşı hareket edebilen canlılar anlaşılır. Yaklaşık 20 000 balık türü nektondur.
Plankton ve nektonlar besin zinciri ve ağı ile birbirine bağlıdır. Yıkımda ortaya çıkan besin maddesi derindeki suyun yükselmesi ile üretimin olduğu bölgeye gelir. Üretimin çok zengin olduğu bu tip sucul alanlara örnek olarak Kuzey Denizi'ni verebiliriz. Dünya denizlerinde, elde edilen yıllık 60 milyon ton ürünün 3 milyon tonu, balık, midye ve istridye olarak Kuzey Denizi'nden elde edilir.
Diğer deniz bölgeleri, biyolojik olarak bir çöle benzer. Örneğin okyanusun orta bölgeleri, ekvatorun kuzeyi ve güneyi, ışık ve sıcaklığın iyi olmasına rağmen üre-timsiz çöller gibidir.
Kolorektal Kanseri Nasil Baslar?
Kolorektal (Kolon) Kanseri Nasıl Başlar?
Hemen hemen tüm kolorektal kanserler kalın barsâğm en iç katmanı olan mukozada başlar.
Kalın barsak duvarı dört doku katmanından oluşur: Mukoza, submukoza, muskularis propria ve seroza. İkinci katman olan sub-mukozada kan damarları ve sinirler bulunur; muskularis propria iki takım kas barındırır ve seroza da en dıştaki zardır. Mukoza tabakası, barsağı sindirim sularından koruyan, bakterileri nötralize eden ve barsak içindeki maddelerin taşınmasını kolaylaştıran alkali özellikli bir sümüksü madde sayesinde kaygandır. Bu alkali madde yakındaki içsalgı bezleri tarafından salgılanır.
Kolon kanseri belirtileri nelerdir?
Kolorektal kanserler genellikle, mukozada ortaya çıkan iyi huylu poliplerle başlar. Bazı insanlar polip oluşumuna daha yatkındır; bu özellikle kendisinde veya ailesinde kolorektal kanser öyküsü olanlar, kolorektal kanserle bağlantılı belli genleri taşıyanlar ve tıp 2 diyabeti olanlar için geçerlidir.
Bu poliplerin çoğu iyi huylu kalır. Ancak adenomatöz poliplerin (ya da adenomların) anormal hücre geliştirme, prekanseröz olma ve sonunda kansere dönüşme potansiyeli yüksektir.
Adenomlar genellikle bir sap üzerinde büyür, minik mantarlara benzerler. Öte yandan yassı da olabilirler. Bunların gelişimi genellikle on yıl ya da daha uzun bir süreye yayılır. Kansere dönüşme riski büyümeleriyle ve kolonda gelişerek geçirdikleri sürenin uzamasıyla artar.
Kötücül adenomlara adenokarsinomlar adı verilir. Erken evrelerinde, anormal hücreler polip içindedir. Bu aşamada çıkarıhrlarsa, in-vazif kansere dönüşmeyebilirler. Öte yandan kanser hücreleri polip içinde çoğalırken kolon ya da rektum duvarına ya da daha ileri bölgelere geçebilirler. İlerlemiş olgularda, tümörler kolorektal duvarın tüm doku katmanlarını tutmuştur. İlerlemiş kanser metastaz da yapabilir, dolaşım sistemindeki hücrelere ulaşarak karaciğer ve akciğerler gibi diğer organlara sıçrayabilir.
Hemen hemen tüm kolorektal kanserler kalın barsâğm en iç katmanı olan mukozada başlar.
Kalın barsak duvarı dört doku katmanından oluşur: Mukoza, submukoza, muskularis propria ve seroza. İkinci katman olan sub-mukozada kan damarları ve sinirler bulunur; muskularis propria iki takım kas barındırır ve seroza da en dıştaki zardır. Mukoza tabakası, barsağı sindirim sularından koruyan, bakterileri nötralize eden ve barsak içindeki maddelerin taşınmasını kolaylaştıran alkali özellikli bir sümüksü madde sayesinde kaygandır. Bu alkali madde yakındaki içsalgı bezleri tarafından salgılanır.
Kolon kanseri belirtileri nelerdir?
Kolorektal kanserler genellikle, mukozada ortaya çıkan iyi huylu poliplerle başlar. Bazı insanlar polip oluşumuna daha yatkındır; bu özellikle kendisinde veya ailesinde kolorektal kanser öyküsü olanlar, kolorektal kanserle bağlantılı belli genleri taşıyanlar ve tıp 2 diyabeti olanlar için geçerlidir.
Bu poliplerin çoğu iyi huylu kalır. Ancak adenomatöz poliplerin (ya da adenomların) anormal hücre geliştirme, prekanseröz olma ve sonunda kansere dönüşme potansiyeli yüksektir.
Adenomlar genellikle bir sap üzerinde büyür, minik mantarlara benzerler. Öte yandan yassı da olabilirler. Bunların gelişimi genellikle on yıl ya da daha uzun bir süreye yayılır. Kansere dönüşme riski büyümeleriyle ve kolonda gelişerek geçirdikleri sürenin uzamasıyla artar.
Kötücül adenomlara adenokarsinomlar adı verilir. Erken evrelerinde, anormal hücreler polip içindedir. Bu aşamada çıkarıhrlarsa, in-vazif kansere dönüşmeyebilirler. Öte yandan kanser hücreleri polip içinde çoğalırken kolon ya da rektum duvarına ya da daha ileri bölgelere geçebilirler. İlerlemiş olgularda, tümörler kolorektal duvarın tüm doku katmanlarını tutmuştur. İlerlemiş kanser metastaz da yapabilir, dolaşım sistemindeki hücrelere ulaşarak karaciğer ve akciğerler gibi diğer organlara sıçrayabilir.
Gırtlak kanseri gençler ve kadınlarda artıyor
Sigara, alkol ve hava kirliliğinin tetiklediği gırtlak kanseri gençler ve kadınlar arasında da artış gösteriyor. Erken teşhisle boğazın delinmesi önleniyor.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağatay Akçalı, ''genelde 50-60 yaşlarında ve erkeklerde görülen gırtlak kanserinin artık gençlerde ve kadınlarda da artış gösterdiğini'' bildirdi.
Prof. Dr. Akçalı, gırtlağın, boğazın hemen altında ve yutak önünde bulunan, ses tellerinin bulunduğu bir organ olduğunu, bu organın gıdaları tüketirken besinlerin nefes borusuna kaçmasını engellediğini vurguladı. Tüm kanser türlerinde olduğu gibi gırtlak kanserinde de önceki yıllara göre artış olduğunu, erkeklerde yüzde 10-15 kadınlarda ise yüzde 2 civarında görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Akçalı, ''Genelde 50-60 yaşlarında ve erkeklerde görülen gırtlak kanseri, gençlerde ve kadınlarda da artış gösterdi. 30-40 yaşlarında gırtlak kanserli hastalara rastlanıyor'' dedi.
Prof. Dr. Akçalı, sigara, alkol ve hava kirliliğinin gırtlak kanserinin oluşumunu tetikleyen faktörler olduğunu ifade ederek, ''Kadınlar ve daha çocuk yaşlarda sigara içiminin yaygınlaşmasının, hastalığın bu kesimi de kapsamasında önemli etken olduğunu düşünüyoruz'' diye konuştu.
Erken teşhiste tedavide yüzde 100 sonuç alındığını, ancak ilerleyen aşamalarda tedavinin güçleştiğini, hatta, gırtlağın tamamen çıkartılmasının söz konusu olduğunu ifade eden Prof. Dr.Akçalı, ''Bu durumda hastanın nefes alabilmesi için boğazında kalıcı delik oluşturmak zorunda kalıyoruz'' dedi.
Prof. Dr. Çağatay Akçalı, gırtlak kanserinin hastanın yaşam kalitesini büyük oranda düşürdüğünü, ses kısıklığı nedeniyle hastanın çevresiyle iletişim kuramaması ve konuşma yeteneğini kaybetmesine neden olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
''Gırtlak kanserinin belirtileri, hastalığın organ içindeki yerleşimine ve büyüklüğüne bağlıdır. Ancak, genel belirtileri arasında uzun süren ses kısıklığı ilk sırada gelir. Yutkunma güçlüğü, boğazda takıntı ve ağrı hissidir. Ancak, gırtlağa yerleşen tümörün çapı büyükse bu yutma sırasında ağrıya, kanlı balgama ve nefes darlığına da yol açabilir.'' Prof. Dr. Akçalı, özellikle sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklarından vazgeçemeyenlerin mutlaka yılda bir kez de olsa birkaç dakika süren kontrolü ihmal etmemeleri gerektiğini sözlerine ekledi.
Etiketler:
genel sağlık,
gıtlak kanseri,
kanser tedavisi,
kanseri,
sağlık merkezi,
sigara
En yararsız 5 egzersiz!
Saatlerini göbeğini eritmek için mekikler çekerek ve oturup kalkarak harcayan herkes size aynı şeyi söyleyebilir, bazı hareketler diğerlerinden çok daha etkilidir. Bazıları da aslında pek bir işe yaramaz. Artık siz vaktinizi boşu boşuna didinerek geçirmeyin diye, en yararsız 5 hareketi sizlere sunmaya karar verdik.
İşte karşınızda en işe yaramaz 5 egzersiz hareketi, eğer çalışma planınız sadece bunlardan ibaretse, programınızı değiştirmenizi öneririz.
Mekik çekme!
Bu aslında gerçekten mükemmel bir egzersiz, tabi doğru yapılırsa ve bir rutini varsa? Çoğu kez insanların iki ay boyunca her akşam 30 mekik çektiğini fakat bir türlü dümdüz bir karna sahip olamadıklarını duyarsınız. Genellikle bunun nedenini de anlamazlar.
Genelde insanlar mekiği yanlış yapıyorlar? Hızlı bir şekilde eğilip kalkmak sadece enerji harcamanıza neden olur, kaslarınızı çalıştırmaz. Doğru tarz, karnınızda bir yanma hissedecek kadar kalkmak ve çok hızlı yapmamaya çalışmaktır.
AB Rocker
Bu aletleri hatırladınız mı? Yakın zamana kadar bütün kanallarda reklamları vardı, neredeyse mekikle aynı şey? Kolay bir şekilde mekik hareketini yapmanızı sağlıyor?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu alet hiçbir işe yaramıyor, bunu kullanarak baklava şeklinde kaslara asla sahip olamazsınız! Bu alet sadece gösteriş için. Bunun tecrübeyle sabit olduğunu söyleyebiliriz.
Yan mekik
Hareketi biliyorsunuz değil mi? Yere uzanıyorsunuz, bir ayağınızı dizinize koyup, diğer dizinize doğru kalkıyorsunuz. Evet, bu diğerlerine göre daha etkili bir hareket, yan karın kaslarınızı ?azıcık? geliştirir. Fakat her gün, iki yana da 100'er mekik çekiyor olsanız bile, dümdüz bir karına ulaşamazsınız?
Yana doğru eğilme
Üzgünüz fakat ayakta durup bir sağa, bir sola vücudunuzu esnetmek, göbeğinizin küçülmesine hiç yardımcı olmayacaktır.
Elinizde kaldıramayacağınız ağırlıklarla bir o yana bir bu yana eğilip vakit harcamak yerine, bir spor salonuna gidip hareketi nasıl daha doğru yapabileceğinizi sorabilirsiniz.
İncelme kemerleri
Bunlar egzersiz bile değil, eğer bunun farkındaysanız, kendinizi şanslı saymalısınız. Bunlar kaslarınızı zıplatan aletlerden başka bir şey değil. Bunları kullanarak göbeğinizi eritebileceğinizi düşünüyorsanız hemen söyleyelim, ayaklarınızı havaya kaldırıp çekeceğiniz 5 mekik, bunlardan daha etkilidir.
Bu tür aletlere paranızı yatırmayın, hiçbir işe yaramadığı gibi, kas zedelenmelerine de yol açabiliyor. Eğer para harcamak istiyorsanız bir spor salonuna gidin! Söz veriyoruz faydasını göreceksiniz.
Cocuk Masturbasyon Yapiyorsa
Çocuk Masturbasyon
Mastürbasyon yapan bir çocuğa yaklaşımda dikkat edilmesi gereken noktalar
Hedeflerinizi belirlerken gerçekçi olun. Mastürbasyonu tama men sonlandırmak imkânsızdır. Çocuğunuzun artık kendini rahatlatan noktayı bulduğunu ve ona keyif verdiğini kabul etmelisiniz. Kontrol edilebilecek tek şey, çocuğunuzun bunu nerede yaptığıdır. En akılcı hedef yatak odası ya da banyoda yapmasına izin vermektir. Sözgelimi; çocuğunuza mastürbasyonun doğal bir davranış olduğunu, fakat tıpkı burnumuzu temizlemek ya da tuvalet ihtiyacımızı gidermek gibi özel bir davranış olduğunu, bu nedenle de insanlar önünde yapamayacağını açık olarak ifade etmelisiniz. Aksi halde eğer tamamen görmezden gelirseniz çocuğunuza her yerde özgürce yapabileceği mesajını vermiş olursunuz. Ancak böylesi bir konuşmayı çok küçük çocuklarla yapamazsınız.
Bebeklerde Masturbasyon
Bu yöntemleri çocuğunuzla günü geçiren bakıcı ya da öğretmenleri ile paylaşın. Çocuğun okulda mastürbasyon yapmasına yalnızca uykudan önce izin verilmelidir. Bakıcı ya da öğretmenin önce çocuğunuzun dikkatini dağıtmaya çalışmasını isteyin. Şayet işe yaramazsa bu kez çocuğa, "Senin de bize katılmanı bekliyoruz, istiyoruz" gibi telkinlerde bulunularak çocuğun diğer çocuklara katılımı sağlanabilir.
Mastürbasyon yapan bir çocuğa yaklaşımda dikkat edilmesi gereken noktalar
Hedeflerinizi belirlerken gerçekçi olun. Mastürbasyonu tama men sonlandırmak imkânsızdır. Çocuğunuzun artık kendini rahatlatan noktayı bulduğunu ve ona keyif verdiğini kabul etmelisiniz. Kontrol edilebilecek tek şey, çocuğunuzun bunu nerede yaptığıdır. En akılcı hedef yatak odası ya da banyoda yapmasına izin vermektir. Sözgelimi; çocuğunuza mastürbasyonun doğal bir davranış olduğunu, fakat tıpkı burnumuzu temizlemek ya da tuvalet ihtiyacımızı gidermek gibi özel bir davranış olduğunu, bu nedenle de insanlar önünde yapamayacağını açık olarak ifade etmelisiniz. Aksi halde eğer tamamen görmezden gelirseniz çocuğunuza her yerde özgürce yapabileceği mesajını vermiş olursunuz. Ancak böylesi bir konuşmayı çok küçük çocuklarla yapamazsınız.
Bebeklerde Masturbasyon
Bu yöntemleri çocuğunuzla günü geçiren bakıcı ya da öğretmenleri ile paylaşın. Çocuğun okulda mastürbasyon yapmasına yalnızca uykudan önce izin verilmelidir. Bakıcı ya da öğretmenin önce çocuğunuzun dikkatini dağıtmaya çalışmasını isteyin. Şayet işe yaramazsa bu kez çocuğa, "Senin de bize katılmanı bekliyoruz, istiyoruz" gibi telkinlerde bulunularak çocuğun diğer çocuklara katılımı sağlanabilir.
Anestezi Havayolu Degerlendirmesi
Anestezi Havayolu Değerlendirilmesi ve Sağlanması
Havayolu ile ilgili girişimlerde anatomiyi iyi bilmek havayolu problemlerinin daha kolay ve hızlı anlaşılmasını ve acil durumlarda çözüme daha hızlı ulaşmayı sağlar.
Havayolu önde burun ve ağız boşluğu ile başlar, burun boşluğu arkada nazofarinks, ağız boşluğu ise orofarinks adını alır ve bunlar birleşerek hipofarinks adıyla devam eder. Burun boşluğu üstte etmoid, altta vomer kemiği ile çevrilidir ve önde kıkırdak yapıdan oluşmuştur. Ağız boşluğu önde dişler, üstte sert ve yumuşak damak, altta ise dil ile çevrilidir. Burun ve ağız boşluğu birbirinden sert ve yumuşak damak ile ayrılır.
Vücudumuzdaki en kuvvetli sfınkter yapısında olan larinks, hipofarinks seviyesinde epiglot ile fonksiyonel olarak ikiye ayrılır. Epiglot yutkunma sırasında glottisi kapatarak boğulmayı önlerken, solunum ve konuşma sırasında ise açık kalır. Larinks daha altta trakea, hipofarinks ise özefagus olarak devam eder. Kıkırdak, ligamentler, kas ve mu-köz membrandan yapılmıştır. Tiroid, krikoid ve epiglot tek, aritenoid, korni-kulat ve kuneiform ise larinksin çift kıkırdaklarıdır. Erişkinde C3-C,„ çocuklarda C3-C4 vertebralar önünde yer alır. Erkekte uzunluğu 44 mm, çapı 36 mm, kadında ise uzunluğu 36 mm, çapı 26 mm'dir. Larinksin en dar yeri erişkinde vokal kordlar, bebekte, ise krikoid halka seviyesindedir. Larinksin innervasyonu Vagus'un dalları aracılığı ile olur
Havayolu Manevraları
Genel anestezi uygulanmış ya da herhangibir nedenle şuur kaybı olan bir olguda supin pozisyonda, kastonusu-nun kaybı nedeniyle uvula posterior na-zofarinkse doğru sarkarak nazofarinks seviyesinde obstrüksiyona neden olurken, dil kökü hem geriye doğru düşerek farinks arka duyarını kapatır, hem de epiglotun larinks girişini kapatmasına neden olur.
Dil ya da diğer üst havayolu yapılarına bağlı olarak gelişen havayolu obs-trüksiyonu üç manevra ile düzeltilebilir. Bu basit manevralar yumuşak doku relaksasyonu sonucu havayolu obstrüksiyonu gelişen olguların çoğunda oldukça başarılıdır. Mandibulayı öne doğru alarak dil ile ilişkili obstrüksiyonu gidermek için yapılacak olan alternatif "Jaw thrust" manevrasında ise mandibula köşelerinden tutularak çene yukarı ve ileri doğru çekilir.
Havayolu Araç Gereçleri
Havayolları
Nazal ya da oral olarak yerleştirilen, değişik çap ve uzunlukta bulunabilen yapay havayolları dil kökünü farinks arka duvarından uzaklaştırarak havayolu açıklığını sağlarlar.
Oral (Guedel) havayolu tam_şuur kaybı olanlarda yerleştirilmeli ve yerleştirilirken ağız içinde yabancı cisim olmamalıdır. Şuur kaybı çok derin olmayanlarda öğürme ve kusma refleksleri kısmen de olsa aktif olduğu için kus-ma, aspirasyon ve laringospazma neden "olabilir. Uygun boydaki oral havayolu
seçilirken ön dudak ortasından madibula angulusuna kadar olan mesafe ölçülmelidir. Erişkinler için 3, 4, 5 (80, 90,100 mm), çocuklar için 0, 1, 2 (50, 60, 70 mm) ve prematür/yenidoğanlar için 00, 000 numaralı boyları vardır. Açıklığı yukarı bakacak şekilde, orta hattan sert damağa değinceye kadar ilerletilip, daha sonra kendi ekseni etrafında 180° rotasyon yaptırılarak yerleştirilir. Rotasyon tekniği dilin arkaya ve aşağıya doğru itilme olasılığını minimale indirir. Hasta yerleştirme sırasında öğürmeyecek ve ıkınmayacak derecede şuursuz olmalıdır, herhangi bir reaksiyon gösterirse havayolu hemen çıkarılmalıdır. Düz ve güçlendirilmiş kısmının kesici dişler arasına ya da yaşlılarda dişetleri arasına oturması ve havayolu açıklığının sağlanması yerleşimin doğru olduğunu gösterir
Havayolu ile ilgili girişimlerde anatomiyi iyi bilmek havayolu problemlerinin daha kolay ve hızlı anlaşılmasını ve acil durumlarda çözüme daha hızlı ulaşmayı sağlar.
Havayolu önde burun ve ağız boşluğu ile başlar, burun boşluğu arkada nazofarinks, ağız boşluğu ise orofarinks adını alır ve bunlar birleşerek hipofarinks adıyla devam eder. Burun boşluğu üstte etmoid, altta vomer kemiği ile çevrilidir ve önde kıkırdak yapıdan oluşmuştur. Ağız boşluğu önde dişler, üstte sert ve yumuşak damak, altta ise dil ile çevrilidir. Burun ve ağız boşluğu birbirinden sert ve yumuşak damak ile ayrılır.
Vücudumuzdaki en kuvvetli sfınkter yapısında olan larinks, hipofarinks seviyesinde epiglot ile fonksiyonel olarak ikiye ayrılır. Epiglot yutkunma sırasında glottisi kapatarak boğulmayı önlerken, solunum ve konuşma sırasında ise açık kalır. Larinks daha altta trakea, hipofarinks ise özefagus olarak devam eder. Kıkırdak, ligamentler, kas ve mu-köz membrandan yapılmıştır. Tiroid, krikoid ve epiglot tek, aritenoid, korni-kulat ve kuneiform ise larinksin çift kıkırdaklarıdır. Erişkinde C3-C,„ çocuklarda C3-C4 vertebralar önünde yer alır. Erkekte uzunluğu 44 mm, çapı 36 mm, kadında ise uzunluğu 36 mm, çapı 26 mm'dir. Larinksin en dar yeri erişkinde vokal kordlar, bebekte, ise krikoid halka seviyesindedir. Larinksin innervasyonu Vagus'un dalları aracılığı ile olur
Havayolu Manevraları
Genel anestezi uygulanmış ya da herhangibir nedenle şuur kaybı olan bir olguda supin pozisyonda, kastonusu-nun kaybı nedeniyle uvula posterior na-zofarinkse doğru sarkarak nazofarinks seviyesinde obstrüksiyona neden olurken, dil kökü hem geriye doğru düşerek farinks arka duyarını kapatır, hem de epiglotun larinks girişini kapatmasına neden olur.
Dil ya da diğer üst havayolu yapılarına bağlı olarak gelişen havayolu obs-trüksiyonu üç manevra ile düzeltilebilir. Bu basit manevralar yumuşak doku relaksasyonu sonucu havayolu obstrüksiyonu gelişen olguların çoğunda oldukça başarılıdır. Mandibulayı öne doğru alarak dil ile ilişkili obstrüksiyonu gidermek için yapılacak olan alternatif "Jaw thrust" manevrasında ise mandibula köşelerinden tutularak çene yukarı ve ileri doğru çekilir.
Havayolu Araç Gereçleri
Havayolları
Nazal ya da oral olarak yerleştirilen, değişik çap ve uzunlukta bulunabilen yapay havayolları dil kökünü farinks arka duvarından uzaklaştırarak havayolu açıklığını sağlarlar.
Oral (Guedel) havayolu tam_şuur kaybı olanlarda yerleştirilmeli ve yerleştirilirken ağız içinde yabancı cisim olmamalıdır. Şuur kaybı çok derin olmayanlarda öğürme ve kusma refleksleri kısmen de olsa aktif olduğu için kus-ma, aspirasyon ve laringospazma neden "olabilir. Uygun boydaki oral havayolu
seçilirken ön dudak ortasından madibula angulusuna kadar olan mesafe ölçülmelidir. Erişkinler için 3, 4, 5 (80, 90,100 mm), çocuklar için 0, 1, 2 (50, 60, 70 mm) ve prematür/yenidoğanlar için 00, 000 numaralı boyları vardır. Açıklığı yukarı bakacak şekilde, orta hattan sert damağa değinceye kadar ilerletilip, daha sonra kendi ekseni etrafında 180° rotasyon yaptırılarak yerleştirilir. Rotasyon tekniği dilin arkaya ve aşağıya doğru itilme olasılığını minimale indirir. Hasta yerleştirme sırasında öğürmeyecek ve ıkınmayacak derecede şuursuz olmalıdır, herhangi bir reaksiyon gösterirse havayolu hemen çıkarılmalıdır. Düz ve güçlendirilmiş kısmının kesici dişler arasına ya da yaşlılarda dişetleri arasına oturması ve havayolu açıklığının sağlanması yerleşimin doğru olduğunu gösterir
Kolon Kanseri Tanisi Sonrasi
Kolon Kanseri Tanısı Sonrası
İnsanlar kanser tanısı karşısında çok farklı tepkiler verir. Pek çok kişi hastalık ve tedavi hakkında olabildiğince çok şey öğrenmek isterken, bazıları da tedaviyle ilgili ayrıntıları uzman ekibe bırakmayı tercih eder. Kanser tanısının getirdiği stres, bireyin tedavi sürecine ne derece aktif katılmak istediğine karar vermesini zorlaştırabilir, bilginin ve verilmesi gereken kararların çokluğu da bunaltıcı olabilir.
Karar vermeniz gerekecek pek çok konuda ve aklınıza gelecek sorularda size yardımcı olacak bir destek sisteminiz olması önemlidir. Bir akrabanız, yakın bir arkadaşınız ya da kanserlilere yardım alanında uzmanlaşmış bir psikolog yardımcınız olabilir.
Tedavinizi planlayıp yönlendirecek çeşitli uzmanlardan oluşan bir ekiple çalışacaksınız. Sindirim sistemi hastalıklarında uzman bir gastroenterolog; biyopsiyle alınan dokuları inceleyen bir patolog, bir cerrah, kanser tedavisini yönetecek bir onkolog ve radyasyon tedavisi kullanılacaksa bir radyasyon onkoloğu bu ekipte yer alabilir.
Uzmanlarla bir araya gelmeden önce sorularınızı liste halinde hazırlamanızın ve verilecek yanıtları yazacak ve anımsamanıza yardım edecek birini de yanınıza almanızın yararı olur. Bazı insanlar hekim görüşmelerini banda alır ve hekimin anlattıklarını daha iyi anlamak için birçok kez dinler.
Seçeneklerinizin ve hekim seçiminizin başka bir gözle de değerlendirilmesi için başka bir hekimden ikinci bir görüş almanız iyi olabilir. Bazı sigorta şirketleri ikinci görüş alınmasını şart koşmaktadır; çoğu da talep edildiğinde bunun masrafını karşılamaktadır. İkinci bir görüş başka bir uzmanın daha değerlendirmesini almak, tanıya ilişkin daha fazla bilgilenmek ve tedavi seçenekleriyle hekim seçimlerini tartmak için bir fırsattır.
Tanıyla İlgili Hekiminize Neleri Sormalısınız?
Hekim kanser tanısı koyarsa aşağıdaki soruları sorabilirsiniz:
Ne tip bir kanserim var?
Nerede yerleşmiş? Birden fazla bölgede mi?
Lenf nodlarımda da var mı?
Kanser kolonun dışına yayılmış mı? Başka organlarımda da var mı?
Kanser hangi evrede ve bu tam olarak ne anlama geliyor?
Bu tip kanser ölümcül olabilir mi?
Yaptırmam gereken başka testler var mı?
Tedaviye ne kadar çabuk başlamam gerekiyor?
İkinci bir görüş nasıl alabilirim?
Tedavinin yan etkileri var mı?
Akrabalarımı da etkileyebilir mi?
Kanser hastalarıyla çalışmak için eğitim almış ve konulan tanının etkileriyle başa çıkmanıza yardım edebilecek bir psikologa gitmeniz de iyi olabilir.
Bir Tedavi Planına Karar Vermek: Evreleme ve Derecelendirme
Uzman ekip, tedavi planınız çerçevesinde, kolorektal kanserin hangi evrede olduğunu ve derecesini sınıflandırmak için pek çok test yapabilir.
Evreleme ve derecelendirme, kanserin boyutunu ve ciddiyetini sınıflandırmanın standart yöntemleridir. Bu sistemler, uzmanların iletişimini kolaylaştıracak biçimde kanser, tedavi tanımı, değerlendirmesi ve karşılaştırmasında kullanılan evrensel yollardır.Derecelendirme 1-4 arasındadır ve 4 en ciddi olmak üzere kanserin ne kadar agresif olduğunu gösterir. Derecelendirme tümör hücrelerinin normal hücrelere ne kadar benzediğine dayalıdır. Kanser hücreleri normal hücrelere çok benziyorsa ve organize bir biçimde bir araya toplanmışsa bunlar iyi farklılaşmış olarak adlandırılır
İnsanlar kanser tanısı karşısında çok farklı tepkiler verir. Pek çok kişi hastalık ve tedavi hakkında olabildiğince çok şey öğrenmek isterken, bazıları da tedaviyle ilgili ayrıntıları uzman ekibe bırakmayı tercih eder. Kanser tanısının getirdiği stres, bireyin tedavi sürecine ne derece aktif katılmak istediğine karar vermesini zorlaştırabilir, bilginin ve verilmesi gereken kararların çokluğu da bunaltıcı olabilir.
Karar vermeniz gerekecek pek çok konuda ve aklınıza gelecek sorularda size yardımcı olacak bir destek sisteminiz olması önemlidir. Bir akrabanız, yakın bir arkadaşınız ya da kanserlilere yardım alanında uzmanlaşmış bir psikolog yardımcınız olabilir.
Tedavinizi planlayıp yönlendirecek çeşitli uzmanlardan oluşan bir ekiple çalışacaksınız. Sindirim sistemi hastalıklarında uzman bir gastroenterolog; biyopsiyle alınan dokuları inceleyen bir patolog, bir cerrah, kanser tedavisini yönetecek bir onkolog ve radyasyon tedavisi kullanılacaksa bir radyasyon onkoloğu bu ekipte yer alabilir.
Uzmanlarla bir araya gelmeden önce sorularınızı liste halinde hazırlamanızın ve verilecek yanıtları yazacak ve anımsamanıza yardım edecek birini de yanınıza almanızın yararı olur. Bazı insanlar hekim görüşmelerini banda alır ve hekimin anlattıklarını daha iyi anlamak için birçok kez dinler.
Seçeneklerinizin ve hekim seçiminizin başka bir gözle de değerlendirilmesi için başka bir hekimden ikinci bir görüş almanız iyi olabilir. Bazı sigorta şirketleri ikinci görüş alınmasını şart koşmaktadır; çoğu da talep edildiğinde bunun masrafını karşılamaktadır. İkinci bir görüş başka bir uzmanın daha değerlendirmesini almak, tanıya ilişkin daha fazla bilgilenmek ve tedavi seçenekleriyle hekim seçimlerini tartmak için bir fırsattır.
Tanıyla İlgili Hekiminize Neleri Sormalısınız?
Hekim kanser tanısı koyarsa aşağıdaki soruları sorabilirsiniz:
Ne tip bir kanserim var?
Nerede yerleşmiş? Birden fazla bölgede mi?
Lenf nodlarımda da var mı?
Kanser kolonun dışına yayılmış mı? Başka organlarımda da var mı?
Kanser hangi evrede ve bu tam olarak ne anlama geliyor?
Bu tip kanser ölümcül olabilir mi?
Yaptırmam gereken başka testler var mı?
Tedaviye ne kadar çabuk başlamam gerekiyor?
İkinci bir görüş nasıl alabilirim?
Tedavinin yan etkileri var mı?
Akrabalarımı da etkileyebilir mi?
Kanser hastalarıyla çalışmak için eğitim almış ve konulan tanının etkileriyle başa çıkmanıza yardım edebilecek bir psikologa gitmeniz de iyi olabilir.
Bir Tedavi Planına Karar Vermek: Evreleme ve Derecelendirme
Uzman ekip, tedavi planınız çerçevesinde, kolorektal kanserin hangi evrede olduğunu ve derecesini sınıflandırmak için pek çok test yapabilir.
Evreleme ve derecelendirme, kanserin boyutunu ve ciddiyetini sınıflandırmanın standart yöntemleridir. Bu sistemler, uzmanların iletişimini kolaylaştıracak biçimde kanser, tedavi tanımı, değerlendirmesi ve karşılaştırmasında kullanılan evrensel yollardır.Derecelendirme 1-4 arasındadır ve 4 en ciddi olmak üzere kanserin ne kadar agresif olduğunu gösterir. Derecelendirme tümör hücrelerinin normal hücrelere ne kadar benzediğine dayalıdır. Kanser hücreleri normal hücrelere çok benziyorsa ve organize bir biçimde bir araya toplanmışsa bunlar iyi farklılaşmış olarak adlandırılır
Hiperbarik Oksijen Tedavisi
Hiperbarik Oksijen (HBO) Tedavisi
Plazmada erimiş oksijen miktarını 10 kez arttırarak hemoglobin olmadan serebral oksijen gereksinimini karşılamak esasına dayanır. 3 Atm'de ideal erimiş oksijen kontenti 6,8 volüme, ortalama doku oksijen ekstraksiyonu ortalama %6 volüme çıkar. Böylece doku solunumu hemoglobin olmadan da karşılanır.
Hemoglobini kovalen bağlarla bağlayan başta karbon monoksid (CO), hidrojen sülfür, karbontetraklorür ya da siyanür gibi toksik maddelerle karşılaşanlarda, methemoglobinemi hallerinde ve kahverengi örümcek ısırmalarında başarı ile kullanılmaktadır. CO'in kandan kaybolma hızı (yarılanma ömrü) 250 dakikadır. Hava yerine oksijen so-lutulduğunda 50 dakikaya iner. 2,5 Atm'de oksijen solutulduğunda 22 dakikaya düşer.
CO zehirlenmesinde tedavi endikas-yonunu karboksi-hemoglobin (COHb) düzeyi koydurur.
COHb %25'den yüksek erişkinlerde,
COHb % 15'den yüksek kardiyak-larda,
COHb %15'den yüksek gebelerde,
COHb %15'den yüksek çocuklarda kesin endikasyon vardır.
COHb ölçülemeyen durumlarda eğer CO zehirlenmesi tanısı ko-nulmuşsa,
Pa02 60 mm Hg'dan düşükse,
CO inhalasyonu ve metabolik asidoz varsa endikedir.
Tedavi şemasi ise; ilk seans 3 Atmosferle 30 dakika süre ile, sonra 2 Atmosferle 60 dakika süre ile devam edilir ve COHb %10'un altına düşene dek devam edilir.
Tedavi sonunda hastaların, kısa zamanda ve nörolojik ve psikiyatrik sekelsiz olarak taburcu edilmeleri mümkündür.
Deri ve Mukoza Yolu ile Zehirlenmelerde
Zehirli maddelerin önce giysi mater-yeli tarafından, oradan deri tarafından emilerek olaydan 2-3 gün sonra zehirlenme bulgularının ortaya çıkması olağandır. Ancak olay zamanla unutulduğu için şüphelenmek mümkün olmayabilir.
Bu yolla zehirlenmelerde;
Giysilerin hemen çıkarılması,
Vücudun ve başın bol su ve sabunla yıkanması,
Göz kürelerinin serum fizyolojikle irrige edilmesi,Ağız, burun, kulak ve boğaz mukozalarının su ile irrige edilmesi gerekir.
Plazmada erimiş oksijen miktarını 10 kez arttırarak hemoglobin olmadan serebral oksijen gereksinimini karşılamak esasına dayanır. 3 Atm'de ideal erimiş oksijen kontenti 6,8 volüme, ortalama doku oksijen ekstraksiyonu ortalama %6 volüme çıkar. Böylece doku solunumu hemoglobin olmadan da karşılanır.
Hemoglobini kovalen bağlarla bağlayan başta karbon monoksid (CO), hidrojen sülfür, karbontetraklorür ya da siyanür gibi toksik maddelerle karşılaşanlarda, methemoglobinemi hallerinde ve kahverengi örümcek ısırmalarında başarı ile kullanılmaktadır. CO'in kandan kaybolma hızı (yarılanma ömrü) 250 dakikadır. Hava yerine oksijen so-lutulduğunda 50 dakikaya iner. 2,5 Atm'de oksijen solutulduğunda 22 dakikaya düşer.
CO zehirlenmesinde tedavi endikas-yonunu karboksi-hemoglobin (COHb) düzeyi koydurur.
COHb %25'den yüksek erişkinlerde,
COHb % 15'den yüksek kardiyak-larda,
COHb %15'den yüksek gebelerde,
COHb %15'den yüksek çocuklarda kesin endikasyon vardır.
COHb ölçülemeyen durumlarda eğer CO zehirlenmesi tanısı ko-nulmuşsa,
Pa02 60 mm Hg'dan düşükse,
CO inhalasyonu ve metabolik asidoz varsa endikedir.
Tedavi şemasi ise; ilk seans 3 Atmosferle 30 dakika süre ile, sonra 2 Atmosferle 60 dakika süre ile devam edilir ve COHb %10'un altına düşene dek devam edilir.
Tedavi sonunda hastaların, kısa zamanda ve nörolojik ve psikiyatrik sekelsiz olarak taburcu edilmeleri mümkündür.
Deri ve Mukoza Yolu ile Zehirlenmelerde
Zehirli maddelerin önce giysi mater-yeli tarafından, oradan deri tarafından emilerek olaydan 2-3 gün sonra zehirlenme bulgularının ortaya çıkması olağandır. Ancak olay zamanla unutulduğu için şüphelenmek mümkün olmayabilir.
Bu yolla zehirlenmelerde;
Giysilerin hemen çıkarılması,
Vücudun ve başın bol su ve sabunla yıkanması,
Göz kürelerinin serum fizyolojikle irrige edilmesi,Ağız, burun, kulak ve boğaz mukozalarının su ile irrige edilmesi gerekir.
Hamilelikte İlac Kullanimi
Hamileliği Olumsuz Etkileyebilen İlaçlar
Gebeliklerin yaklaşık %0,15'inde epilepsi komplikasyonu vardır. Son yıllarda , bazı antikonvulsiflerin terotojenitesi saptanmıştır. Gebeliği planlayan ve nöbetleri & lan hastalara, fetusa en az risk taşıyan ve etkili olan ilaçların verilmesi şarttır. Uzun süreli antikonvulsif kullanmakta olan kadınların çoğu yeterli takipten yoksun olduğundan, sürekli ilaç kullanımının gerekip gerekmediğine, gebelikten önce karar verilmelidir. Tüm antikonvulsiflerin teratojenitesi bilinmemekle beraber, bazılarının dana tehlikeli olduğu belirlenmiştir. Fenobarbital herhalde en güvenli antikonvulsifler-den biridir; trimetadion ise en tehlikelerindedir.
Hamilelikte İlaç Kullanımı
Bazı durumlarda, antikoagulan kullanımı gerekmektedir. En sık yazılan anti-koagülanlar, heparin ve vvarfarin (coumadin)'dir. VVarfarin genellikle uzun süreli anti-koagulasyon için kullanılır. Bu madde, plasentadan geçer ve gebeliğin erken dönemlerinde uygulandığında teratojen olduğu saptanmıştır. Gebeliğinin ileri dönemlerinde uygulandığında ise fetal sinir sistemi bozukluklarına yol açar. Heparinin ancak ö-nemsiz miktarı plasentadan geçtiğinden, antikoagulan tedavi endika olduğundan, gebelik boyunca kullanılabilmektedir.
Gelişmekte olan fetusa zararlı olabilecek ilaçları kullanan kadınlar, yeterli kontraseptif önlem almaları konusunda uyarılmalıdır. Bir çift, gebeliği planladığı zaman, aldıkları, reçeteli ve reçetesiz satılan ilaçlar yeniden gözden geçirilmelidir.
Gebelikte ilaç kullanımı
Genetik Riskler ve gebelik öncesi testler
Kromozom anomalili çocuk-doğurma riski, maternal yaşla orantılı artmaktadır. Bu kapsamda en sık rastlanan anomali Down sendromu olduğu halde diğer kromozom anomalilerinin de insidansı artmaktadır.
Beslenme Danışmanlığı ve gebelik öncesi beslenme
Gebelikte, beslenenin etkileri çok önemlidir. Gebelikte annenin kilosunun düşük olması, düşük kilolu bebeklerin doğumuyla ilişkilidir. Bulimia veya "anorexia nervaso" gibi beslenme bozukluğu olan kadınlar, bu konuda gebelik öncesi danışmanlıktan yararlana bilir. Optimal gebelik koşulları oluşturma açısından, bu tür hastalıklar gebelikten önce giderilmelidir. Belli bazı vitaminlerin çok yüksek dozlarının, fetusta konjenital anomali riskini arttırdığına dair kanıt vardır, fakat gebeliğin başlangıcının hemen öncesi ve hemen sonrasında muitivitamin kullanımının nöral tüp defektlerinin azalttığı düşünülmektedir. Bu nedenlerden dolayı beslenme danışmanlığı gerektiğinde, en uygun zaman gebelik öncesidir.
Gebelik tanısı
Doğurganlık dönemindeki kadınların teşhis ve tedavisi bahis konusu olduğunda, gebelik olasılığı daima hatırda tutulmalıdır. Gebelik belirtileri olan kadınlar sıklıkla gastrointestinal belirtileriyle değerlendirilip, gebeliğin erken evresinde bulunabilecekleri düşünülmeden x - ışınlarıyla teşhise çalışmaktadır; teratojenik potansiyelli ilaçlar, hastaya bilgi verilmeden yazılabilmektedir: hastalıkları gebelikle olumsuz etkilenebilecek kadınlara da genellikle gebeliğin durumlarında yaratabileceği sorunlardan bahsedilmemektedir.
Gebeliğin teşhisi bazen büyük önem taşır. Gebeliğin evresine göre, varlığını saptayacak birtakım yöntemler vardır. Fizik muayene, biyokimyasal testler ve görüntüleme yöntemleri.
Gebeliğin tanısına yarayabilecek belirtiler üç gruba ayrılabilir; Kesin, olası ve tahmini gebelik kanıtları.
Gebeliğin kesin belirtileri;
Fetal kalp atımlarının saptanması
Fetal hareketlerin algılanması
Fetüsün görüntülenmesi
Gebeliğin olası belirtileri;
Abdomenin büyümesi
Uterus değişimleri
Servikal değişimler
Fetusun palposyonu
Braxton Hicks Kontraksiyonları
Endokrin testler Gebeliğin tahmini belirtileri
Adetlerin kesilmesi
Memelerdeki değişimler
Vajina mukozası ve cilt değişimleri
Bulantı
İdrar torbasında duyarlık artışı
Yorgunluk
Fetal hareketlerin algılanması
ŞETAL YAŞAM VEYA ÖLÜM TEŞHİSİ FETAL YAŞAM İŞARETLERİ
Doppler ve "real - time" ultrason cihazlarının yaygın kullanımı, fetal yaşam teşhisini önemli ölçüde kolaylaştırmıştır.
Fetusun yaşadığının kanıtları, fetal kalp atımlarının steteskop veya doppler cihaztyla duyulması, fetal kalbin "real-time" ultrason aletiyle gözlenmesi veya Fetal hareketlerin palpasyonudur.
Fetal kardiak, "real-time" ultrasonografiyle, genellikle 6. gebelik haftasında gözlenebilir veya 12. haftada doppler teknikleriyle saptanabilir.
Fetal ölümün tanısı
Gebeliğin başlarında feta, uterusun büyümemesi ve gebelik işaretlerinin çoğunun gerilemesi eşlik eder. Tekrarlanan muayenelerde, uterusun büyümediğinin veya ufaklığının saptanması, embriyonik veya fetal ölümü düşündürür. Plasenta, embriyonik veya fetal ölümden birkaç hafta sonrasına kadar HCG yapmaya devam edebildiği için, pozitif endokrin testler, canlı bir gebeliğin sürdürüldüğünün belirtisi değildir, örneğin içinde embriyo bulunmayan bir gebelik kesesi, bir boş kesenin belirtisi olabileceği gibi, sanıldığından daha erken evredeki bir normal gebeliğin görüntüsünde olabilir. Bu durumda, 1-2 hafta sonra tekrarlanacak incelem veya ard arda yapılacak beta HCG tayinleri, bu iki olasılığın ayırt edilmesine yarayacaktır.
Gebeliğin daha ileri dönemlerinde, fetal hareketlerin hissedilmemesi, anneyi fetal ölüm olasılığı açısından uyaracaktır. Fetal kalp, bir doppler cihazıyla işitilmiyorsa veya atımları gözlenmiyorsa, fetal ölüm kesin gibidir. Yinede gebeliğin sonlandırıcı önlemleri almadan önce, teşhis kesinleştirilmelidir. "Reai-time" ultrasonografi, fetal ölüm teşhisini doğrulayabilecek en iyi yöntemdir.
Ultrasonun bulunmadığı hallerde, eğer gebelik, Fetusun radiografik imaj verebileceği evredeyse ve fetal ölüm, tahminen en az birkaç gün önce olmuşsa, tanıyı koymak için x- ışınlarından yararlanabilir. Fetal ölümün belli başlı üç radiografik belirtisi vardır. Birincisi, fetal kranium kemiklerinin üst üste binmesidir. Bu olay, fetal beynin sulanmasının ardından gelişir. Benzer görünüm, bazen yaşayanfetusun başı annenin pelvisi içinde sıkıştığında da belirir. İkinci işaret, amur ligamentlerinin tonuzs-larını kaybetmesi sonucu, fetal omurgada beliren abartılmış bir bükülmedir. Üçüncü işaretse, fetal abdomende gaz bulunmasıdır.
Fetusun ölümü üzerinden birkaç gün geçince, amniyotik sıvı koyu kahveren-gileşir fakat bu işaret tanıya götürme, çünkü amniyotik kese içine olan kanama da benzer bir renk değişimine yol açabilir.
Gebeliklerin yaklaşık %0,15'inde epilepsi komplikasyonu vardır. Son yıllarda , bazı antikonvulsiflerin terotojenitesi saptanmıştır. Gebeliği planlayan ve nöbetleri & lan hastalara, fetusa en az risk taşıyan ve etkili olan ilaçların verilmesi şarttır. Uzun süreli antikonvulsif kullanmakta olan kadınların çoğu yeterli takipten yoksun olduğundan, sürekli ilaç kullanımının gerekip gerekmediğine, gebelikten önce karar verilmelidir. Tüm antikonvulsiflerin teratojenitesi bilinmemekle beraber, bazılarının dana tehlikeli olduğu belirlenmiştir. Fenobarbital herhalde en güvenli antikonvulsifler-den biridir; trimetadion ise en tehlikelerindedir.
Hamilelikte İlaç Kullanımı
Bazı durumlarda, antikoagulan kullanımı gerekmektedir. En sık yazılan anti-koagülanlar, heparin ve vvarfarin (coumadin)'dir. VVarfarin genellikle uzun süreli anti-koagulasyon için kullanılır. Bu madde, plasentadan geçer ve gebeliğin erken dönemlerinde uygulandığında teratojen olduğu saptanmıştır. Gebeliğinin ileri dönemlerinde uygulandığında ise fetal sinir sistemi bozukluklarına yol açar. Heparinin ancak ö-nemsiz miktarı plasentadan geçtiğinden, antikoagulan tedavi endika olduğundan, gebelik boyunca kullanılabilmektedir.
Gelişmekte olan fetusa zararlı olabilecek ilaçları kullanan kadınlar, yeterli kontraseptif önlem almaları konusunda uyarılmalıdır. Bir çift, gebeliği planladığı zaman, aldıkları, reçeteli ve reçetesiz satılan ilaçlar yeniden gözden geçirilmelidir.
Gebelikte ilaç kullanımı
Genetik Riskler ve gebelik öncesi testler
Kromozom anomalili çocuk-doğurma riski, maternal yaşla orantılı artmaktadır. Bu kapsamda en sık rastlanan anomali Down sendromu olduğu halde diğer kromozom anomalilerinin de insidansı artmaktadır.
Beslenme Danışmanlığı ve gebelik öncesi beslenme
Gebelikte, beslenenin etkileri çok önemlidir. Gebelikte annenin kilosunun düşük olması, düşük kilolu bebeklerin doğumuyla ilişkilidir. Bulimia veya "anorexia nervaso" gibi beslenme bozukluğu olan kadınlar, bu konuda gebelik öncesi danışmanlıktan yararlana bilir. Optimal gebelik koşulları oluşturma açısından, bu tür hastalıklar gebelikten önce giderilmelidir. Belli bazı vitaminlerin çok yüksek dozlarının, fetusta konjenital anomali riskini arttırdığına dair kanıt vardır, fakat gebeliğin başlangıcının hemen öncesi ve hemen sonrasında muitivitamin kullanımının nöral tüp defektlerinin azalttığı düşünülmektedir. Bu nedenlerden dolayı beslenme danışmanlığı gerektiğinde, en uygun zaman gebelik öncesidir.
Gebelik tanısı
Doğurganlık dönemindeki kadınların teşhis ve tedavisi bahis konusu olduğunda, gebelik olasılığı daima hatırda tutulmalıdır. Gebelik belirtileri olan kadınlar sıklıkla gastrointestinal belirtileriyle değerlendirilip, gebeliğin erken evresinde bulunabilecekleri düşünülmeden x - ışınlarıyla teşhise çalışmaktadır; teratojenik potansiyelli ilaçlar, hastaya bilgi verilmeden yazılabilmektedir: hastalıkları gebelikle olumsuz etkilenebilecek kadınlara da genellikle gebeliğin durumlarında yaratabileceği sorunlardan bahsedilmemektedir.
Gebeliğin teşhisi bazen büyük önem taşır. Gebeliğin evresine göre, varlığını saptayacak birtakım yöntemler vardır. Fizik muayene, biyokimyasal testler ve görüntüleme yöntemleri.
Gebeliğin tanısına yarayabilecek belirtiler üç gruba ayrılabilir; Kesin, olası ve tahmini gebelik kanıtları.
Gebeliğin kesin belirtileri;
Fetal kalp atımlarının saptanması
Fetal hareketlerin algılanması
Fetüsün görüntülenmesi
Gebeliğin olası belirtileri;
Abdomenin büyümesi
Uterus değişimleri
Servikal değişimler
Fetusun palposyonu
Braxton Hicks Kontraksiyonları
Endokrin testler Gebeliğin tahmini belirtileri
Adetlerin kesilmesi
Memelerdeki değişimler
Vajina mukozası ve cilt değişimleri
Bulantı
İdrar torbasında duyarlık artışı
Yorgunluk
Fetal hareketlerin algılanması
ŞETAL YAŞAM VEYA ÖLÜM TEŞHİSİ FETAL YAŞAM İŞARETLERİ
Doppler ve "real - time" ultrason cihazlarının yaygın kullanımı, fetal yaşam teşhisini önemli ölçüde kolaylaştırmıştır.
Fetusun yaşadığının kanıtları, fetal kalp atımlarının steteskop veya doppler cihaztyla duyulması, fetal kalbin "real-time" ultrason aletiyle gözlenmesi veya Fetal hareketlerin palpasyonudur.
Fetal kardiak, "real-time" ultrasonografiyle, genellikle 6. gebelik haftasında gözlenebilir veya 12. haftada doppler teknikleriyle saptanabilir.
Fetal ölümün tanısı
Gebeliğin başlarında feta, uterusun büyümemesi ve gebelik işaretlerinin çoğunun gerilemesi eşlik eder. Tekrarlanan muayenelerde, uterusun büyümediğinin veya ufaklığının saptanması, embriyonik veya fetal ölümü düşündürür. Plasenta, embriyonik veya fetal ölümden birkaç hafta sonrasına kadar HCG yapmaya devam edebildiği için, pozitif endokrin testler, canlı bir gebeliğin sürdürüldüğünün belirtisi değildir, örneğin içinde embriyo bulunmayan bir gebelik kesesi, bir boş kesenin belirtisi olabileceği gibi, sanıldığından daha erken evredeki bir normal gebeliğin görüntüsünde olabilir. Bu durumda, 1-2 hafta sonra tekrarlanacak incelem veya ard arda yapılacak beta HCG tayinleri, bu iki olasılığın ayırt edilmesine yarayacaktır.
Gebeliğin daha ileri dönemlerinde, fetal hareketlerin hissedilmemesi, anneyi fetal ölüm olasılığı açısından uyaracaktır. Fetal kalp, bir doppler cihazıyla işitilmiyorsa veya atımları gözlenmiyorsa, fetal ölüm kesin gibidir. Yinede gebeliğin sonlandırıcı önlemleri almadan önce, teşhis kesinleştirilmelidir. "Reai-time" ultrasonografi, fetal ölüm teşhisini doğrulayabilecek en iyi yöntemdir.
Ultrasonun bulunmadığı hallerde, eğer gebelik, Fetusun radiografik imaj verebileceği evredeyse ve fetal ölüm, tahminen en az birkaç gün önce olmuşsa, tanıyı koymak için x- ışınlarından yararlanabilir. Fetal ölümün belli başlı üç radiografik belirtisi vardır. Birincisi, fetal kranium kemiklerinin üst üste binmesidir. Bu olay, fetal beynin sulanmasının ardından gelişir. Benzer görünüm, bazen yaşayanfetusun başı annenin pelvisi içinde sıkıştığında da belirir. İkinci işaret, amur ligamentlerinin tonuzs-larını kaybetmesi sonucu, fetal omurgada beliren abartılmış bir bükülmedir. Üçüncü işaretse, fetal abdomende gaz bulunmasıdır.
Fetusun ölümü üzerinden birkaç gün geçince, amniyotik sıvı koyu kahveren-gileşir fakat bu işaret tanıya götürme, çünkü amniyotik kese içine olan kanama da benzer bir renk değişimine yol açabilir.
Bebekte Beslenme Problemleri
Bebeğin beslenmede soran yaşaması, anne ile bebek arasındaki ilişkide bir soran olduğunu mu gösterir?
Bebekte Beslenme
Beslenmenin her anlamda doyurucu olabilmesi için yalnız fiziksel değil, duygusal ve ruhsal gelişmeye olanak veren bir ilişki içinde olması gerekir. Beslenmede problem yaşanmasının nedeni prematüre doğum ya da doğumdan sonra bebeğin sağlık problemleri nedeniyle hastanede kalmasının yol açabileceği travmatik deneyimler olabileceği gibi annenin içinde bulunduğu duygu durumu da olabilir. İşte bu nedenlerden birinin yaşanması beslenme deneyiminin bebek için keyifli bir deneyim ve uyarana dönüşen bir ilişki olarak gelişmesine engel olur. Beslenmede problem yaşandığında beslenmenin sağlayacağı tüm kazanımlar tehlikeye girer. Sözgelimi, bebekler bu eksikliği gidermek, duygularını geliştirmek için daha az uyuyup daha çok uyanık kalabilir ya da uygunsuz zamanlarda oynamak isteyebilirler. Bebek, beslenmeyi reddederek aslında beslenme ilişkisini reddediyor da olabilir.
Beslenmede ya da başka konularda sorun yaşayan bebekleri gözlemlediğimizde genellikle temelde anne bebek ilişkisinde bir sorun yaşandığı gerçeği ile karşılaşırız.
Aylık bebekte beslenme
Toplumda bebeklerin hiçbir şey hissetmedikleri yolunda yalnış bir inanış vardır. Oysa bebeklik dönemi uyaranlara en açık olunan dönemdir. Annenin doğum sonrası depresyon yaşadığı ya da çeşitli nedenlerle kendisini iyi hissetmediği durumlarda bebeği ile doyumlu bir ilişki kurması zorlaşır.
Başlangıçta bebekler dünyayı anneleri aracılığı ile dolayımlı olarak algıladıklarından özellikle annelerinin duygu durumlarına karşı son derece duyarlıdırlar. Annenin bebeğini mekanik bir şekilde emzirmesi ya da beslemesi, dünyaya tutunma ihtiyacı ile gelen bebeğin kapanmasına, tedirgin olmasına yol açar. Annenin ya da bebeği besleyen yetişkinin bebeğin elini tutması, onunla göz teması kurması, bebeği rahatlatır.
Bebeklerde beslenme problemleri
Bebekleri beslenme problemi yaşayan anneler konuyla ilgili olarak öncelikle çocuk doktoruna gitmeyi tercih ederler. Her türlü tıbbi muayeneden sonra aslında çocuğunun fiziksel anlamda sağlıklı olduğu kendisine söylenen anne yine 'tatmin' olmayarak nadiren de olsa psikologa gelir. Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim konu, genellikle bu tür şikâyetlerde bulunanların babalar değil de anneler olmasıdır. Annelerin kaygısının babalara oranla daha fazla olması, beslenme probleminin aslında bir ilişki problemi olduğunun açık bir göstergesidir.
Beslenme, sadece bebekler için değil, bizler için de karın doyurmaktan daha fazla anlam ifade eder. Dostlarımızla yediğimiz yemekler bizim için fiziksel doyumdan çok duygusal olarak beslendiğimiz zamanlardır. Dostlarla yenen yemekte ilişkiler daha bir pekişir. Yemek yeme eylemi adeta bir seromoniye dönüşür. İşte aynı nedenle anne babaların bebeklerinin beslenme deneyimleri üzerine düşünürken daha çok karınlarının ne kadar doyduğu üzerinde durmak yerine, hem beslenme sırasındaki hem de genel anlamda aralarındaki ilişki üzerinde durmaları gerekir. Dünyaya tamamen yabancı olan bebek için doyumun yalnız fiziksel değil duygusal olması, her anlamda beslenmesi gerekir.
Bebekte Beslenme
Beslenmenin her anlamda doyurucu olabilmesi için yalnız fiziksel değil, duygusal ve ruhsal gelişmeye olanak veren bir ilişki içinde olması gerekir. Beslenmede problem yaşanmasının nedeni prematüre doğum ya da doğumdan sonra bebeğin sağlık problemleri nedeniyle hastanede kalmasının yol açabileceği travmatik deneyimler olabileceği gibi annenin içinde bulunduğu duygu durumu da olabilir. İşte bu nedenlerden birinin yaşanması beslenme deneyiminin bebek için keyifli bir deneyim ve uyarana dönüşen bir ilişki olarak gelişmesine engel olur. Beslenmede problem yaşandığında beslenmenin sağlayacağı tüm kazanımlar tehlikeye girer. Sözgelimi, bebekler bu eksikliği gidermek, duygularını geliştirmek için daha az uyuyup daha çok uyanık kalabilir ya da uygunsuz zamanlarda oynamak isteyebilirler. Bebek, beslenmeyi reddederek aslında beslenme ilişkisini reddediyor da olabilir.
Beslenmede ya da başka konularda sorun yaşayan bebekleri gözlemlediğimizde genellikle temelde anne bebek ilişkisinde bir sorun yaşandığı gerçeği ile karşılaşırız.
Aylık bebekte beslenme
Toplumda bebeklerin hiçbir şey hissetmedikleri yolunda yalnış bir inanış vardır. Oysa bebeklik dönemi uyaranlara en açık olunan dönemdir. Annenin doğum sonrası depresyon yaşadığı ya da çeşitli nedenlerle kendisini iyi hissetmediği durumlarda bebeği ile doyumlu bir ilişki kurması zorlaşır.
Başlangıçta bebekler dünyayı anneleri aracılığı ile dolayımlı olarak algıladıklarından özellikle annelerinin duygu durumlarına karşı son derece duyarlıdırlar. Annenin bebeğini mekanik bir şekilde emzirmesi ya da beslemesi, dünyaya tutunma ihtiyacı ile gelen bebeğin kapanmasına, tedirgin olmasına yol açar. Annenin ya da bebeği besleyen yetişkinin bebeğin elini tutması, onunla göz teması kurması, bebeği rahatlatır.
Bebeklerde beslenme problemleri
Bebekleri beslenme problemi yaşayan anneler konuyla ilgili olarak öncelikle çocuk doktoruna gitmeyi tercih ederler. Her türlü tıbbi muayeneden sonra aslında çocuğunun fiziksel anlamda sağlıklı olduğu kendisine söylenen anne yine 'tatmin' olmayarak nadiren de olsa psikologa gelir. Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim konu, genellikle bu tür şikâyetlerde bulunanların babalar değil de anneler olmasıdır. Annelerin kaygısının babalara oranla daha fazla olması, beslenme probleminin aslında bir ilişki problemi olduğunun açık bir göstergesidir.
Beslenme, sadece bebekler için değil, bizler için de karın doyurmaktan daha fazla anlam ifade eder. Dostlarımızla yediğimiz yemekler bizim için fiziksel doyumdan çok duygusal olarak beslendiğimiz zamanlardır. Dostlarla yenen yemekte ilişkiler daha bir pekişir. Yemek yeme eylemi adeta bir seromoniye dönüşür. İşte aynı nedenle anne babaların bebeklerinin beslenme deneyimleri üzerine düşünürken daha çok karınlarının ne kadar doyduğu üzerinde durmak yerine, hem beslenme sırasındaki hem de genel anlamda aralarındaki ilişki üzerinde durmaları gerekir. Dünyaya tamamen yabancı olan bebek için doyumun yalnız fiziksel değil duygusal olması, her anlamda beslenmesi gerekir.
Antidepresan kullanımı 4 yılda yüzde 85 arttı
Türkiye’de antidepresan ilaç kullanımı hızla artıyor, yeni kuşaklar depresyon ilaçlarına sarılıyor. Antidepresan kullananların oranı, son 4 yılda yüzde 85 oranında arttı.
Depresyon uzmanlar tarafından, kanserden sonra çağın en önemli ikinci hastalığı olarak değerlendiriliyor.
Türkiye’de son 4 yılda antidepresan kullanımınındaki artış endişe verici. Yüzde 85 oranındaki artış uzmanları tedirgin ediyor.
2003 yılında 14 milyon 138 bin kutu antidepresan tüketilirken, bu rakam 2006 yılı verilerine göre 22 milyon 651 bine, 2007 yılında ise 26 milyon 246 bine çıktı.
Türkiyede antidepresan kulanımının özellikle 17-24 yaş arasında yoğunlaştığı söyleniyor. Bilinçsiz antidepresan kullanımı gençlerde öfke ve şiddet eğilimini körüklüyor..
Uzmanlar antidepresanların reçetesiz satılmaması gerektiğini söylüyor ve uzman kontrolünde kullanılan ilaçların tedavi yönünün yüksek olduğu vurgulanıyor.
EL TERLEMESİNİN NEDENLERİ VE BİTKİSEL ÇÖZÜMÜ
Elllerdeki aşırı terleme, Hiperhidrozis olarak adlandırlır. Kontrol edilemeyen terleme ile, anormal ısı kaybına yol açan genetik bir durumdur. Sempatik sinir sistemi hiperaktiftir.
Primer hiperhidrozis gibi nedeni belli olmayan durumlarda sadece ellerin terleyebildiği gibi, sekonder hiperhidrozis denilen başka bir hastalığa bağlı el terlemesi görülebilir.
EL TERLEMESİNİN NEDENLERİ;
* Hipertiroidizm (tiroid bezinin fazla çalışması),
* Enfeksiyon,
* Malign (kanserli) hastalık,
* Otoimmün hastalıklar,
* Şişmanlık,
* Menapoz,
* Diabet,
* Psikiyatrik hastalıklar olabilir.
EL TERLEMESİNE BİTKİSEL ÇÖZÜM;
Suna Dumankaya’nın El ve Ayak terlemeleri için önerdiği bitkisel formülün uygulanışı şöyle:Önce bir kova suyun içine 1 kahve fincanı deniz tuzu ve 1 kahve fincanı elma sirkesini koyup, ayaklarınızı 20 dakika içinde bekletip, kurulayın.
Daha sonra başka bir kovada bir kase pudranın içine 7 damla kekik yağı damlatıp,terleme görülen el ya da ayaklarınıza sürün ve pamuklu bir çorap giyerek geceden sabaha kadar bekletin.
Bu uygulamanın haftada 3 gün uygulanması önerilirken,devamlılığının da önemi belirtiliyor.
Primer hiperhidrozis gibi nedeni belli olmayan durumlarda sadece ellerin terleyebildiği gibi, sekonder hiperhidrozis denilen başka bir hastalığa bağlı el terlemesi görülebilir.
EL TERLEMESİNİN NEDENLERİ;
* Hipertiroidizm (tiroid bezinin fazla çalışması),
* Enfeksiyon,
* Malign (kanserli) hastalık,
* Otoimmün hastalıklar,
* Şişmanlık,
* Menapoz,
* Diabet,
* Psikiyatrik hastalıklar olabilir.
EL TERLEMESİNE BİTKİSEL ÇÖZÜM;
Suna Dumankaya’nın El ve Ayak terlemeleri için önerdiği bitkisel formülün uygulanışı şöyle:Önce bir kova suyun içine 1 kahve fincanı deniz tuzu ve 1 kahve fincanı elma sirkesini koyup, ayaklarınızı 20 dakika içinde bekletip, kurulayın.
Daha sonra başka bir kovada bir kase pudranın içine 7 damla kekik yağı damlatıp,terleme görülen el ya da ayaklarınıza sürün ve pamuklu bir çorap giyerek geceden sabaha kadar bekletin.
Bu uygulamanın haftada 3 gün uygulanması önerilirken,devamlılığının da önemi belirtiliyor.
Anestezi Komplikasyonlari (Yan Etkileri)
Anestezi Komplikasyonları ve Yan Etkileri
Hastaların hayati fonksiyonları operasyon boyunca hemen hemen tamamen anesteziklerin etkisinde ve anestezistle-rin kontrolü altında kalmaktadır. Bu dönemde meydana gelen bazı istenmeyen, planlanmamış olaylar sonucunda hastalar çeşitli derecelerde zarar görebilir ve hatta ölebilirler.
Anestezi, insani ve teknik komponentleri olan, kompleks bir sistemdir. Teorik olarak normal olması gereken anestezi süreci içinde, bazı hatalar planlanmamış ve düşünülmemiş bir olayı meydana getirebilir. Bir olayın "kritik olay" haline dönüşmesi; hastaya zarar verebilecek potansiyelde bir gelişimin ortaya çıkması ile tanımlanır. Örneğin, anestezi indüksiyonunda hipno-tik ve kas gevşetici ajandan sonra dikkatin dağılması gibi bir nedenle amaçlanandan fazla miktarda ve hızlı bir şekilde opioidin enjeksiyonu ile bradikardi görülebilir. Kalp hızının dakikada 65'ten 40'a düşmesi bir olay, 40'tan 10'a düşmesi "kritik olay"dır. Daha da ileri giderek asistol meydana gelirse artık kritik olay bir "kaza" veya "komplikas-yon"a dönüşmüştür. Anestezinin sonucunda planlanmamış ve öngörülmemiş bir durum ortaya çıktığında, "KOMPLİ-KASYON" olarak adlandırılmaktadır.
Bir olayın, kritik olaya, kritik olayın komplikasyona dönüşümüne neler neden olmaktadır? Sistemlerde fonksiyon bozukluklarının görüldüğü 3 aşama vardır: Davranışları şekillendiren faktörlerden oluşan yapısal plan, olayları şekillendiren faktörlerden kaynaklanan süreç ve ciddiyeti şekillendiren sonuç bölümleridir.
Her planda alınabilecek koruyucu önlemler, komplikasyon görülme olasılığını belirlemektedir. Genel olarak sistemler kompleksleştikçe, korunma ihtiyacı daha da artmaktadır.
Anestezi Yan Etkileri
Yapılan çok merkezli çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre en sık rastlanan komplikasyonlar:
Bulantı - kusma
Boğaz ağrısı
Baş ağrısı
Kas ağrısı
Kardiovasküler olaylar
Hipotansiyon
Hipertansiyon
Aritmiler şeklinde sıralanmaktadır.
Hastalara daha ciddi ve kalıcı zarar verebilecek majör komplikasyonlar daha nadir olarak görülmektedir. Fakat getirdikleri ağır sonuçlar nedeniyle özellikle batı toplumlarında tıbbi davaların açılmasına neden olmaktadır.
Bu tip iddialar biriktikçe majör komplikasyonların tipleri kazaların mekanizması ve risk altındaki spesifik hasta popülasyonu ile ilgili bilgiler analiz edilmiştir.
Genel Anestezi Riski ve Yan etkileri
Anestezistlere karşı açılmış 1004 davayı içeren bir çalışmanın sonuçlarına göre;
Ölüm%37
Sinir hasarı %15
Beyin hasarı %12
%3 ile %5 arasında değişen oranlarda havayolu travması, göz yaralanması, emosyonel stres, pnömotoraks, karaciğer yetmezliği, yanık ve felç ile sonuçlandığı ortaya konmuştur.
Bunlara neden olan olaylara baktığımızda;
Belirlenememiş olaylar %50
Solunum sistemi ile ilgili olaylar %31
Cihazlar ve aletler ile ilgili olaylar %10
Kardiyovasküler sistem ile ilgili olaylar %6
Yanlış ilaç ve ilaç dozu ile ilgili olaylar %3
Diğer %1 şeklinde bir dağılımla karşılaşmaktayız.
Olayların yarısında, hasara neden olan spesifik bir mekanizma belirlenememiştir. Sinir yaralanmaları, kornea abrazyonu, inme veya miyokard infark-tüsü gibi hasarlarda, bunlara neden olan belli bir olay tanımlanamamıştır.
Hastaların hayati fonksiyonları operasyon boyunca hemen hemen tamamen anesteziklerin etkisinde ve anestezistle-rin kontrolü altında kalmaktadır. Bu dönemde meydana gelen bazı istenmeyen, planlanmamış olaylar sonucunda hastalar çeşitli derecelerde zarar görebilir ve hatta ölebilirler.
Anestezi, insani ve teknik komponentleri olan, kompleks bir sistemdir. Teorik olarak normal olması gereken anestezi süreci içinde, bazı hatalar planlanmamış ve düşünülmemiş bir olayı meydana getirebilir. Bir olayın "kritik olay" haline dönüşmesi; hastaya zarar verebilecek potansiyelde bir gelişimin ortaya çıkması ile tanımlanır. Örneğin, anestezi indüksiyonunda hipno-tik ve kas gevşetici ajandan sonra dikkatin dağılması gibi bir nedenle amaçlanandan fazla miktarda ve hızlı bir şekilde opioidin enjeksiyonu ile bradikardi görülebilir. Kalp hızının dakikada 65'ten 40'a düşmesi bir olay, 40'tan 10'a düşmesi "kritik olay"dır. Daha da ileri giderek asistol meydana gelirse artık kritik olay bir "kaza" veya "komplikas-yon"a dönüşmüştür. Anestezinin sonucunda planlanmamış ve öngörülmemiş bir durum ortaya çıktığında, "KOMPLİ-KASYON" olarak adlandırılmaktadır.
Bir olayın, kritik olaya, kritik olayın komplikasyona dönüşümüne neler neden olmaktadır? Sistemlerde fonksiyon bozukluklarının görüldüğü 3 aşama vardır: Davranışları şekillendiren faktörlerden oluşan yapısal plan, olayları şekillendiren faktörlerden kaynaklanan süreç ve ciddiyeti şekillendiren sonuç bölümleridir.
Her planda alınabilecek koruyucu önlemler, komplikasyon görülme olasılığını belirlemektedir. Genel olarak sistemler kompleksleştikçe, korunma ihtiyacı daha da artmaktadır.
Anestezi Yan Etkileri
Yapılan çok merkezli çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre en sık rastlanan komplikasyonlar:
Bulantı - kusma
Boğaz ağrısı
Baş ağrısı
Kas ağrısı
Kardiovasküler olaylar
Hipotansiyon
Hipertansiyon
Aritmiler şeklinde sıralanmaktadır.
Hastalara daha ciddi ve kalıcı zarar verebilecek majör komplikasyonlar daha nadir olarak görülmektedir. Fakat getirdikleri ağır sonuçlar nedeniyle özellikle batı toplumlarında tıbbi davaların açılmasına neden olmaktadır.
Bu tip iddialar biriktikçe majör komplikasyonların tipleri kazaların mekanizması ve risk altındaki spesifik hasta popülasyonu ile ilgili bilgiler analiz edilmiştir.
Genel Anestezi Riski ve Yan etkileri
Anestezistlere karşı açılmış 1004 davayı içeren bir çalışmanın sonuçlarına göre;
Ölüm%37
Sinir hasarı %15
Beyin hasarı %12
%3 ile %5 arasında değişen oranlarda havayolu travması, göz yaralanması, emosyonel stres, pnömotoraks, karaciğer yetmezliği, yanık ve felç ile sonuçlandığı ortaya konmuştur.
Bunlara neden olan olaylara baktığımızda;
Belirlenememiş olaylar %50
Solunum sistemi ile ilgili olaylar %31
Cihazlar ve aletler ile ilgili olaylar %10
Kardiyovasküler sistem ile ilgili olaylar %6
Yanlış ilaç ve ilaç dozu ile ilgili olaylar %3
Diğer %1 şeklinde bir dağılımla karşılaşmaktayız.
Olayların yarısında, hasara neden olan spesifik bir mekanizma belirlenememiştir. Sinir yaralanmaları, kornea abrazyonu, inme veya miyokard infark-tüsü gibi hasarlarda, bunlara neden olan belli bir olay tanımlanamamıştır.
Kan ve Kan Urunleri Anasayfa
Transfüzyon ve Komplikasyonları
Kanın Depolanması
Kan Ürünleri Hazırlığı
Kan Transfüzyonu
İmmünolojik Komplikasyonlar
Hemolitik Olmayan İmmün Reaksiyonlar
İmmünolojik Olmayan Komplikasyonlar
Massif Kan Transfüzyonu
Kardiyopulmoner Resüsitasyon
Temel Yaşam Desteği (TYD)
Recovery Pozisyonu
Torakal Kompresyon
Havayolu Obstrüksiyonu
İleri Yaşam Desteği (İYD)
Defibrilasyon
Kanın Depolanması
Kan Ürünleri Hazırlığı
Kan Transfüzyonu
İmmünolojik Komplikasyonlar
Hemolitik Olmayan İmmün Reaksiyonlar
İmmünolojik Olmayan Komplikasyonlar
Massif Kan Transfüzyonu
Kardiyopulmoner Resüsitasyon
Temel Yaşam Desteği (TYD)
Recovery Pozisyonu
Torakal Kompresyon
Havayolu Obstrüksiyonu
İleri Yaşam Desteği (İYD)
Defibrilasyon
Cocuklarda İlk Yeme Davranisi
Çocuğa ilk yeme davranışlarının kazandırılmasında dikkat edilmesi gerekenler
Çocuğun kaşığı tutmayı öğrenmesi ile birlikte otorite/kontrol konulan gündeme gelir. Artık çocuk kendi kendisini beslemek ister. Bu da hem beslenmenin daha uzun zaman alacağı hem de etrafın kirleneceği anlamına gelir. Bu zamanlar anne babanın çocuklarının bağımsızlaşmasını teşvik edeceği zamanlardır da aslında.
Çocuğun tam olarak kaşığı tutmayı öğrenmesi zaman alır. Bu sırada çocuğun kendi kendisini beslemesini kolaylaştıran yiyecekler sunulması çocuğun yiyecekle olan ilişkisinde kontrolün kendisinde olduğunu hissettiği keyifli bir ilişkiye dönüşür.
Üç öğün yemek aslında yetişkinler için geçerlidir. Elbette, çocuğun beslenmesinde belirli bir zaman diliminin olması gereklidir. Ancak öğün aralarında çocuğa çikolata, bisküvi yerine meyve, yoğurt, bir parça peynir ya da tost gibi yiyeceklerin verilmesi gerekir.
Çocuğa değişik tatların sunulması gerekir. Sizin pişirmek ve yemekten keyif almadığınız bir yiyeceği çocuğunuza sunmaktan kaçınmamalısınız.
Çocuklar için porsiyonların küçük olması gerekir. Çocuğun yiyeceği miktar ile yetişkinin yiyeceği miktar aynı değildir. Çocuğun önüne koyulan yemeğin miktarının çok olması çocuk için caydırıcı olacaktır. Çocuğa küçük bir tabakta ve yiyebileceği kadar servis yapılması gerekir.
Övgü ve teşvik çocuk için çok önemlidir. Çocuğu yemesi için zorlamamak gerekir.
Çocuklar için protein ve karbonhidrat içeren, makarna, ekmek ve patates gibi besinler çocuklara uzun süre enerji verdikleri için çok fazla tüketilmemesi şartıyla çok yararlıdır.
Çocuklarda zaman kavramının yerleşmesi zaman alır. O yüzden de bir aktiviteden başka bir aktiviteye geçmeleri genellikle onlar için kolay olmaz. İşte böylesi bir olası sorunu engellemek için çocuğa yemek zamanın yaklaştığının hatırlatılması gerekir. Böylece çocuk beslenme için ihtiyacı olan duygusal hazırlığı da yapmış olur.
Eğer çocuk hâlâ çok miktarda süt içiyorsa bu, çocuğun iştahını etkiler. Süt yerine sulandırılmış meyve suyu verilmesinde yarar vardır.
Çocuğa ilk yemek yeme alışkanlığı nasıl kazandırılabilir?
Çocuklar bir buçuk ile iki yaş civarında ailenin diğer bireylerinin yediği yiyecekleri, kendilerine küçük parçalara bölünmüş ya da kısmen ezilmiş olarak verildiğinde yiyip sindirebilirler. Aylar geçtikçe de artık çocuk kaşık ve plastik bir bardağı rahatlıkla tutabildiğinden kendi kendisini de besleyebilir bir duruma gelir.
Çocuğunuzun öğle yemeklerinde akşam yemeklerine oranla daha iştahlı ya da tersinin söz konusu olduğu durum varsa çocuğa uygun şekilde beslenmesinin ayarlanması gerekir. Eğer çocuk öğle yemeklerinde akşam yemeklerine oranla daha iştahlı ise öğle yemeklerinde daha çok, akşam yemeklerinde ise daha hafif şeyler verilerek çocuğun beslenmesi dengelenmelidir. Tüm öğünlerde çocuğun aynı iştahla beslenmesi beklenmemelidir. Çocuğun başlarda değişik tatlarla tanıştırılması onun iştahını arttıracaktır.
Bir buçuk ile iki yaş arası, çocuğun yemeyi reddettiği dönemdir de aynı zamanda. Bu durumlarda anne babalar genellikle çok kaygılanırlar. Önce çocuklarını yemesi için zorlarlar, zorlamanın işe yaramadığı durumlarda ise çocuklarına alternatif yiyecek önerileri ile giderler. Çocuğun normal öğünleri sürekli olarak reddettiği durumlarda anne babalar çocuklarının bisküvi, çikolata gibi şeyleri yemelerine göz yumarlar. Çocuğun zararlı şeyler yemesi anne baba için aç kalmasına tercih edilir.
Özellikle iki yaşından sonra yemek zamanları çocuk için ilginin en çok üzerinde olduğu zamanlardır. Kendisine uzatılan yemek dolu kaşığı ağzını açmayıp, başını sallayarak reddeder. Kendisine sunulan yemeğin en çok sevdiği yemek olduğu zamanlarda bile ya hiç yemeyebilir ya da bisküvi, çikolata istediğini söyleyebilir. İşte bu durumlar evdeki yemek savaşının başladığı zamanlardır.
Anne babanın mümkün olduğunca rahat davranması karşılaşı-laşılan sorun ne olursa olsun sorunun büyümesinin önüne geçer. Aksi halde yemek zamanları kontrolün kimde olacağının tartışıldığı çatışmalara dönüşür.
Çocuğun kaşığı tutmayı öğrenmesi ile birlikte otorite/kontrol konulan gündeme gelir. Artık çocuk kendi kendisini beslemek ister. Bu da hem beslenmenin daha uzun zaman alacağı hem de etrafın kirleneceği anlamına gelir. Bu zamanlar anne babanın çocuklarının bağımsızlaşmasını teşvik edeceği zamanlardır da aslında.
Çocuğun tam olarak kaşığı tutmayı öğrenmesi zaman alır. Bu sırada çocuğun kendi kendisini beslemesini kolaylaştıran yiyecekler sunulması çocuğun yiyecekle olan ilişkisinde kontrolün kendisinde olduğunu hissettiği keyifli bir ilişkiye dönüşür.
Üç öğün yemek aslında yetişkinler için geçerlidir. Elbette, çocuğun beslenmesinde belirli bir zaman diliminin olması gereklidir. Ancak öğün aralarında çocuğa çikolata, bisküvi yerine meyve, yoğurt, bir parça peynir ya da tost gibi yiyeceklerin verilmesi gerekir.
Çocuğa değişik tatların sunulması gerekir. Sizin pişirmek ve yemekten keyif almadığınız bir yiyeceği çocuğunuza sunmaktan kaçınmamalısınız.
Çocuklar için porsiyonların küçük olması gerekir. Çocuğun yiyeceği miktar ile yetişkinin yiyeceği miktar aynı değildir. Çocuğun önüne koyulan yemeğin miktarının çok olması çocuk için caydırıcı olacaktır. Çocuğa küçük bir tabakta ve yiyebileceği kadar servis yapılması gerekir.
Övgü ve teşvik çocuk için çok önemlidir. Çocuğu yemesi için zorlamamak gerekir.
Çocuklar için protein ve karbonhidrat içeren, makarna, ekmek ve patates gibi besinler çocuklara uzun süre enerji verdikleri için çok fazla tüketilmemesi şartıyla çok yararlıdır.
Çocuklarda zaman kavramının yerleşmesi zaman alır. O yüzden de bir aktiviteden başka bir aktiviteye geçmeleri genellikle onlar için kolay olmaz. İşte böylesi bir olası sorunu engellemek için çocuğa yemek zamanın yaklaştığının hatırlatılması gerekir. Böylece çocuk beslenme için ihtiyacı olan duygusal hazırlığı da yapmış olur.
Eğer çocuk hâlâ çok miktarda süt içiyorsa bu, çocuğun iştahını etkiler. Süt yerine sulandırılmış meyve suyu verilmesinde yarar vardır.
Çocuğa ilk yemek yeme alışkanlığı nasıl kazandırılabilir?
Çocuklar bir buçuk ile iki yaş civarında ailenin diğer bireylerinin yediği yiyecekleri, kendilerine küçük parçalara bölünmüş ya da kısmen ezilmiş olarak verildiğinde yiyip sindirebilirler. Aylar geçtikçe de artık çocuk kaşık ve plastik bir bardağı rahatlıkla tutabildiğinden kendi kendisini de besleyebilir bir duruma gelir.
Çocuğunuzun öğle yemeklerinde akşam yemeklerine oranla daha iştahlı ya da tersinin söz konusu olduğu durum varsa çocuğa uygun şekilde beslenmesinin ayarlanması gerekir. Eğer çocuk öğle yemeklerinde akşam yemeklerine oranla daha iştahlı ise öğle yemeklerinde daha çok, akşam yemeklerinde ise daha hafif şeyler verilerek çocuğun beslenmesi dengelenmelidir. Tüm öğünlerde çocuğun aynı iştahla beslenmesi beklenmemelidir. Çocuğun başlarda değişik tatlarla tanıştırılması onun iştahını arttıracaktır.
Bir buçuk ile iki yaş arası, çocuğun yemeyi reddettiği dönemdir de aynı zamanda. Bu durumlarda anne babalar genellikle çok kaygılanırlar. Önce çocuklarını yemesi için zorlarlar, zorlamanın işe yaramadığı durumlarda ise çocuklarına alternatif yiyecek önerileri ile giderler. Çocuğun normal öğünleri sürekli olarak reddettiği durumlarda anne babalar çocuklarının bisküvi, çikolata gibi şeyleri yemelerine göz yumarlar. Çocuğun zararlı şeyler yemesi anne baba için aç kalmasına tercih edilir.
Özellikle iki yaşından sonra yemek zamanları çocuk için ilginin en çok üzerinde olduğu zamanlardır. Kendisine uzatılan yemek dolu kaşığı ağzını açmayıp, başını sallayarak reddeder. Kendisine sunulan yemeğin en çok sevdiği yemek olduğu zamanlarda bile ya hiç yemeyebilir ya da bisküvi, çikolata istediğini söyleyebilir. İşte bu durumlar evdeki yemek savaşının başladığı zamanlardır.
Anne babanın mümkün olduğunca rahat davranması karşılaşı-laşılan sorun ne olursa olsun sorunun büyümesinin önüne geçer. Aksi halde yemek zamanları kontrolün kimde olacağının tartışıldığı çatışmalara dönüşür.
Olumu Yaklasan Hasta Bakimi
Ölümü Yaklaşan Hasta ve Bakımı
Çağlar boyunca ölümün insanlar üzerindeki etkisi, kültürlere ve zamana göre değişiklikler göstermiştir. Günümüzde ölüm sözcüğü yerine çoğu zaman "dinlenme" "uzun uyku" ya da "gidiş" gibi sözcükler kullanılmaktadır. Bu durum, ölüm gerçeğinden korkmanın ya da ölümü kabullenmemenin bir şeklidir. Benzer şekilde kendilerine ölümün anlamı sorulan kişilerin çoğu, bunu "yaşamın sonu" olarak tanımlamışlardır.
Bugün özellikle durumu ağır olan ya da tedavi uygulaması gereken hastaların hastaneye yatırılmaları, hastanede ölümlerin artmasına neden olmaktadır. Bu durum ise ölümü yaklaşan hasta ve ailesine, özel ve kapsamlı bir hemşirelik bakımı verilmesini gerektirmektedir.
Ölümü Yaklaşan Hastaya Verilecek Hemşirelik Bakımı
Ölümü yaklaşan hastanın bulunduğu döneme genellikle "terminal dönem" adı verilir. Bu dönemde verilecek hemşirelik bakımı, hastanın fiziksel ve duygusal gereksinimlerine yönelik olmalı ve bakım kapsamına aile de alınmalıdır.
Aşağıda verilen tabloda, günlük yaşam aktiviteleri doğrultusunda terminal dönemdeki bir hastada görülebilecek sorunlar ve bu sorunlara yönelik hemşirelik bakımları verilmektedir.
Çağlar boyunca ölümün insanlar üzerindeki etkisi, kültürlere ve zamana göre değişiklikler göstermiştir. Günümüzde ölüm sözcüğü yerine çoğu zaman "dinlenme" "uzun uyku" ya da "gidiş" gibi sözcükler kullanılmaktadır. Bu durum, ölüm gerçeğinden korkmanın ya da ölümü kabullenmemenin bir şeklidir. Benzer şekilde kendilerine ölümün anlamı sorulan kişilerin çoğu, bunu "yaşamın sonu" olarak tanımlamışlardır.
Bugün özellikle durumu ağır olan ya da tedavi uygulaması gereken hastaların hastaneye yatırılmaları, hastanede ölümlerin artmasına neden olmaktadır. Bu durum ise ölümü yaklaşan hasta ve ailesine, özel ve kapsamlı bir hemşirelik bakımı verilmesini gerektirmektedir.
Ölümü Yaklaşan Hastaya Verilecek Hemşirelik Bakımı
Ölümü yaklaşan hastanın bulunduğu döneme genellikle "terminal dönem" adı verilir. Bu dönemde verilecek hemşirelik bakımı, hastanın fiziksel ve duygusal gereksinimlerine yönelik olmalı ve bakım kapsamına aile de alınmalıdır.
Aşağıda verilen tabloda, günlük yaşam aktiviteleri doğrultusunda terminal dönemdeki bir hastada görülebilecek sorunlar ve bu sorunlara yönelik hemşirelik bakımları verilmektedir.
Hipertiroidism Nedir
Hipertiroidism Nedir
Sık rastlanan bir hastalıktır ve kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.En çok görüldüğü yaşlar 20-40Tı yaşlardır.Hipertiroidism,tiroid bezinin çok fazla miktarda salgılanması ile ortaya çıkan hipermetabolik ve hiperaktif bir durumdur.Hipertiroidism,tiroid bezinin toksik adenomu,toksik nodülü ve kanseri sonusunda oluşabilir. a)Graves Hastalığı:Genellikle Graves hastalığı ile hastanın yaşamındaki duygusal stress arasında bir ilişki olduğu düşünülmüş olsa bile bu zayıf bir olasılıktır. Belirti ve bulguları,3 grupta toplanabilir:
Hipertiroidism
Tiroid bezi büyümesi
Egzoftalmus
Graves hastalığında tiroid hormonları fazla salgılandığı için kliniği miksödemin tam tersidir Hastalar sinirli ajite ve irritabldır. İştahlıdırlar fakat kilo kaybederler çünkü metabolizmaları hızlanmıştır. Sıcağa dayanıksızlık ve taşikardi görülür. Hastanın avuçiçleri terli,ıslak ve sıcaktır;derileri yumuşak,nemli;saçları düz ve yumuşaktır.
Bu hastaların çoğunda tiroid bezi tipik olarak normalin 3-4 katı büyümüştür.Egzoftalmusun nedeni tam olarak bilinmemektedir.Göz kürelerinin arkasındaki yağ dokusunda sıvı toplanması nedeniyle gözler ileri doğru fırlar ve bakışlar sabitlesin Göz kırpma sayısı azalmıştır.Bazı vakalar göz kapaklarını kapayamaz.Egzoftalmus tedavi edilmez ve uygun bakım verilmezse korneada ülserasyon,infeksiyon,bunun sonucunda görme kayıpları bile oluşabilir.
Komplikasyonları:
Kalp yetmezliği
Tiroid krizi
Egzoftalmus
Tedavi ve hemşirelik bakımı:Tedavide amaç fazla tiroid hormon salgısını önlemek,ötroidiyi sağlamak ve komplikasyonları önleyip tedavi etmektir.Graves hastalığında üç tedavi yöntemi uygulanmaktadır: a)Anti-tiroid ilaç tedavisi b)Radyoaktif iyot tedavisi c)Cerrahi tedavi Tedavi şekline hastanın yaşı,guatrın büyüklüğü ve tıbbi problemlerin olup olmaması göz önünde bulundurularak karar verilir.
a) Anti-tiroid İlaç Tedavisi: 18 yaşın altındaki hastalar ve hamilelere uygulanmaz.
İyot tedavisi:Cerrahiden önce,bezin vaskülarizasyonunu düzenlemek ve tiroid hormonunu bezde tutarak kana verilmesini engellemek amacıyla kullanılır.Tiroid hormonunun bezde depolanması tiroid krizini önlerse de bezde depolanan hormon tekrar kana geçerek tiroid krizine yol açabilir.Bu nedenle 10-14 günden fazla verilmemelidir.İyot tedavisi için genellikle satüre potasyum iodür(Kl)solüsyonu kullanılır.Doz günde 3-4 kez 5-10 damladır.Lugol solüsyonu da aynı amaçla kullanılabilir.
b) Radyoaktif İyot Tedavisi:1131 tedavisi kullanılır.Orta yaş ve yaşlı hastalarda tercih edilir.Ekonomik ve uuygulaması kolay bir yöntemdir.Hastane dışında da uygulanabilir.Hamilelerde kontrendikedir.Çocuklarda genellikle kullanılmaz.
c) Cerrahi Tedavi: Hastalara total ya da subtotal tiroidektomi yapılır.Graves'li hastalar hızlı metabolizma nedeniyle çabuk acıkırlar ve bu hastalarda geneidefrıegatif nitrojen dengesi vardır.Bu nedenle protein karbonhidrat ve minerallerce zengin diyet almalıdırlar.Peristaltizmi arttırıp diare yapan çay ve kahve bu hastalara verilmemelidir.Hasta hergün tartılıp kilo kaybı olup olmadığı izlenmelidir.Graves'li hastalara serin bir yer sağlanması önerilmelidir çünkü bu hastalarda sıcağa karşı tahammülsüzlük vardır.
Sık rastlanan bir hastalıktır ve kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.En çok görüldüğü yaşlar 20-40Tı yaşlardır.Hipertiroidism,tiroid bezinin çok fazla miktarda salgılanması ile ortaya çıkan hipermetabolik ve hiperaktif bir durumdur.Hipertiroidism,tiroid bezinin toksik adenomu,toksik nodülü ve kanseri sonusunda oluşabilir. a)Graves Hastalığı:Genellikle Graves hastalığı ile hastanın yaşamındaki duygusal stress arasında bir ilişki olduğu düşünülmüş olsa bile bu zayıf bir olasılıktır. Belirti ve bulguları,3 grupta toplanabilir:
Hipertiroidism
Tiroid bezi büyümesi
Egzoftalmus
Graves hastalığında tiroid hormonları fazla salgılandığı için kliniği miksödemin tam tersidir Hastalar sinirli ajite ve irritabldır. İştahlıdırlar fakat kilo kaybederler çünkü metabolizmaları hızlanmıştır. Sıcağa dayanıksızlık ve taşikardi görülür. Hastanın avuçiçleri terli,ıslak ve sıcaktır;derileri yumuşak,nemli;saçları düz ve yumuşaktır.
Bu hastaların çoğunda tiroid bezi tipik olarak normalin 3-4 katı büyümüştür.Egzoftalmusun nedeni tam olarak bilinmemektedir.Göz kürelerinin arkasındaki yağ dokusunda sıvı toplanması nedeniyle gözler ileri doğru fırlar ve bakışlar sabitlesin Göz kırpma sayısı azalmıştır.Bazı vakalar göz kapaklarını kapayamaz.Egzoftalmus tedavi edilmez ve uygun bakım verilmezse korneada ülserasyon,infeksiyon,bunun sonucunda görme kayıpları bile oluşabilir.
Komplikasyonları:
Kalp yetmezliği
Tiroid krizi
Egzoftalmus
Tedavi ve hemşirelik bakımı:Tedavide amaç fazla tiroid hormon salgısını önlemek,ötroidiyi sağlamak ve komplikasyonları önleyip tedavi etmektir.Graves hastalığında üç tedavi yöntemi uygulanmaktadır: a)Anti-tiroid ilaç tedavisi b)Radyoaktif iyot tedavisi c)Cerrahi tedavi Tedavi şekline hastanın yaşı,guatrın büyüklüğü ve tıbbi problemlerin olup olmaması göz önünde bulundurularak karar verilir.
a) Anti-tiroid İlaç Tedavisi: 18 yaşın altındaki hastalar ve hamilelere uygulanmaz.
İyot tedavisi:Cerrahiden önce,bezin vaskülarizasyonunu düzenlemek ve tiroid hormonunu bezde tutarak kana verilmesini engellemek amacıyla kullanılır.Tiroid hormonunun bezde depolanması tiroid krizini önlerse de bezde depolanan hormon tekrar kana geçerek tiroid krizine yol açabilir.Bu nedenle 10-14 günden fazla verilmemelidir.İyot tedavisi için genellikle satüre potasyum iodür(Kl)solüsyonu kullanılır.Doz günde 3-4 kez 5-10 damladır.Lugol solüsyonu da aynı amaçla kullanılabilir.
b) Radyoaktif İyot Tedavisi:1131 tedavisi kullanılır.Orta yaş ve yaşlı hastalarda tercih edilir.Ekonomik ve uuygulaması kolay bir yöntemdir.Hastane dışında da uygulanabilir.Hamilelerde kontrendikedir.Çocuklarda genellikle kullanılmaz.
c) Cerrahi Tedavi: Hastalara total ya da subtotal tiroidektomi yapılır.Graves'li hastalar hızlı metabolizma nedeniyle çabuk acıkırlar ve bu hastalarda geneidefrıegatif nitrojen dengesi vardır.Bu nedenle protein karbonhidrat ve minerallerce zengin diyet almalıdırlar.Peristaltizmi arttırıp diare yapan çay ve kahve bu hastalara verilmemelidir.Hasta hergün tartılıp kilo kaybı olup olmadığı izlenmelidir.Graves'li hastalara serin bir yer sağlanması önerilmelidir çünkü bu hastalarda sıcağa karşı tahammülsüzlük vardır.
Kalp ve Kan Dolasimi
Kalp ve Kan Dolaşımı
Birçok hayvanın kanı, kaslı bir yapı olan "KALP" tarafından "KAN DAMARLARF'na pompalanır. Kalbin büyüklüğü sahibinin sıkılmış yumruğunun birbuçuk misli kadardır. Kansız ağırlığı, vücut ağırlığının % 0,5'i kadardır. Bu da erişkinlerde 300-350 gr ve hacim olarak ortalama 780 ml'dir. Ağır işlerde çalışanların ve sporcu-larınki ise daha iridir. Yuvarlak bir küreyi andıran kalp, diyaframın üstünde, üçte ikisi göğüs kafesinin solunda üçte biri sağında olacak şekilde yerleşmiştir. Ucu 5. kaburga ile 6. kaburga arasına kadar uzanır Omurgasız hayvanların çoğunda, örneğin böcek ve yumuşakçalarda kan damarlarının ucu açık olduğu için kan, vücut dokusunun ara bölmelerine serbestçe akar. Burada kan dokuyu direkt olarak besler. Bu duruma AÇIK DOLAŞIM denir
Omurgalı hayvanların kalbinden atardamar(=ARTER)lar çıkar. Arterlerin çeperleri çok yüksek basınca bile dayanacak güçtedir. Atardamarlar ince çeperli ve daracık kılcal (=KAPİLLER) damarlara dallanır. Burada madde değişimi kan ve doku arasındadır. Kılcal kan damarları, toplar (=VENA) damarlarda birleşir. Bunlar kanı kalbe geri götürür. Eğer kan izlediği yolun bütününü damarlarda tamamlarsa burada "KAPALI KANDOLAŞIML'ndan söz edilir.
Kapalı kan dolaşım sistemi, besin maddelerini daha hızlı naklettiği için açığa göre daha iyi çalışır.
Omurgalı Hayvanların Kan Dolaşım Sistemleri
Kuş ve memeli hayvanların vücut sıcaklığı ortama göre değişmediğinden (=HOMOİOTERMAL) bunlar her türlü koşulun hüküm sürdüğü bölgelerde bile rahatça yaşar. Bu durum homoiotermal canlıların kan dolaşım sisteminin daha verimli çalışmasıyla ilgilidir. Balık, kurbağa ve sürüngenlerdeki kan dolaşım sistemleri daha basit olduğu için, bunların vücut sıcaklıkları ortamın sıcaklığına göre değişir(=POİKİLOTERMAL).
Kemikli balıkların kalbi bir ön, bir de kalp karıncığından oluşan "S" şeklinde bir boruyu andırır. CO, içerikli, oksijence fakir balık kanı ön karıncık tarafından emilir ve kalp karıncığı vasıtası ile solungaç atar damarına pompalanır. Bu kan oradan 4 çift solungaç arterine (=arter yayı) ve oradan da solungaç kılcal damarlarına girer. Buradan oksijence zenginleşen kan çifter olan aort köküne ve daha sonra en büyük atardamara (=AORTA) geçer. Aort kanı tekrar vücuda taşır. Bu şekildeki dolaşıma "BASİT DOLAŞIM" denir. Kalpte sadece kirli kan (=oksijence fakir kan) bulunur
Kurbağalarda, karasal yaşama geçişe bağlı olarak, solungaç ve akciğer solunumu değişir. Erişkin kurbağalarda kalp, kanı evrimsel olarak solungaç arterinden kökenlenen akciğer arterine pompalar. Akciğer toplardamarı, gaz değişiminden sonra kanı kalbe götürür. Kalp bu sefer kanı büyük atardamara yani "AORTA"ya pompalar. Görüldüğü gibi akciğer kan dolaşımı vücut kan dolaşımından ayrıdır. Bu durumda "ÇİFT KAN DOLAŞIMI'ndan söz edilir. Kalpde akciğerden gelen oksijence zengin kan, vücuttan dönen kirli, yani oksijence fakir kanla karışır.
Sürüngenlerde de oksijence zengin ve fakir kan karışıktır. Bunlarda kalp bir zarla kısmen iki bölüme ayrılır. Hatta bu ayrılış timsahlarda tamamen gerçekleşmiştir
Kuş ve memeli hayvanlarda kalbi ikiye bölen duvar tamdır. Yani kalp iki bölüme ayrılır. Kulakçıklar üst bölümde karıncıklar alt bölümde yer alır. Kulakçıklar toplardamardaki kan akışım düzenler. Vücutta dolaşmakta olan kan karışık değildir ve oksijence zengin kan organlara gönderilir
Birçok hayvanın kanı, kaslı bir yapı olan "KALP" tarafından "KAN DAMARLARF'na pompalanır. Kalbin büyüklüğü sahibinin sıkılmış yumruğunun birbuçuk misli kadardır. Kansız ağırlığı, vücut ağırlığının % 0,5'i kadardır. Bu da erişkinlerde 300-350 gr ve hacim olarak ortalama 780 ml'dir. Ağır işlerde çalışanların ve sporcu-larınki ise daha iridir. Yuvarlak bir küreyi andıran kalp, diyaframın üstünde, üçte ikisi göğüs kafesinin solunda üçte biri sağında olacak şekilde yerleşmiştir. Ucu 5. kaburga ile 6. kaburga arasına kadar uzanır Omurgasız hayvanların çoğunda, örneğin böcek ve yumuşakçalarda kan damarlarının ucu açık olduğu için kan, vücut dokusunun ara bölmelerine serbestçe akar. Burada kan dokuyu direkt olarak besler. Bu duruma AÇIK DOLAŞIM denir
Omurgalı hayvanların kalbinden atardamar(=ARTER)lar çıkar. Arterlerin çeperleri çok yüksek basınca bile dayanacak güçtedir. Atardamarlar ince çeperli ve daracık kılcal (=KAPİLLER) damarlara dallanır. Burada madde değişimi kan ve doku arasındadır. Kılcal kan damarları, toplar (=VENA) damarlarda birleşir. Bunlar kanı kalbe geri götürür. Eğer kan izlediği yolun bütününü damarlarda tamamlarsa burada "KAPALI KANDOLAŞIML'ndan söz edilir.
Kapalı kan dolaşım sistemi, besin maddelerini daha hızlı naklettiği için açığa göre daha iyi çalışır.
Omurgalı Hayvanların Kan Dolaşım Sistemleri
Kuş ve memeli hayvanların vücut sıcaklığı ortama göre değişmediğinden (=HOMOİOTERMAL) bunlar her türlü koşulun hüküm sürdüğü bölgelerde bile rahatça yaşar. Bu durum homoiotermal canlıların kan dolaşım sisteminin daha verimli çalışmasıyla ilgilidir. Balık, kurbağa ve sürüngenlerdeki kan dolaşım sistemleri daha basit olduğu için, bunların vücut sıcaklıkları ortamın sıcaklığına göre değişir(=POİKİLOTERMAL).
Kemikli balıkların kalbi bir ön, bir de kalp karıncığından oluşan "S" şeklinde bir boruyu andırır. CO, içerikli, oksijence fakir balık kanı ön karıncık tarafından emilir ve kalp karıncığı vasıtası ile solungaç atar damarına pompalanır. Bu kan oradan 4 çift solungaç arterine (=arter yayı) ve oradan da solungaç kılcal damarlarına girer. Buradan oksijence zenginleşen kan çifter olan aort köküne ve daha sonra en büyük atardamara (=AORTA) geçer. Aort kanı tekrar vücuda taşır. Bu şekildeki dolaşıma "BASİT DOLAŞIM" denir. Kalpte sadece kirli kan (=oksijence fakir kan) bulunur
Kurbağalarda, karasal yaşama geçişe bağlı olarak, solungaç ve akciğer solunumu değişir. Erişkin kurbağalarda kalp, kanı evrimsel olarak solungaç arterinden kökenlenen akciğer arterine pompalar. Akciğer toplardamarı, gaz değişiminden sonra kanı kalbe götürür. Kalp bu sefer kanı büyük atardamara yani "AORTA"ya pompalar. Görüldüğü gibi akciğer kan dolaşımı vücut kan dolaşımından ayrıdır. Bu durumda "ÇİFT KAN DOLAŞIMI'ndan söz edilir. Kalpde akciğerden gelen oksijence zengin kan, vücuttan dönen kirli, yani oksijence fakir kanla karışır.
Sürüngenlerde de oksijence zengin ve fakir kan karışıktır. Bunlarda kalp bir zarla kısmen iki bölüme ayrılır. Hatta bu ayrılış timsahlarda tamamen gerçekleşmiştir
Kuş ve memeli hayvanlarda kalbi ikiye bölen duvar tamdır. Yani kalp iki bölüme ayrılır. Kulakçıklar üst bölümde karıncıklar alt bölümde yer alır. Kulakçıklar toplardamardaki kan akışım düzenler. Vücutta dolaşmakta olan kan karışık değildir ve oksijence zengin kan organlara gönderilir
Silindir Alci
Silindir Alçı
Endikasyonlar
1. Patella kırıkları
2. Patella çıkıklarının yerleştirilmesinden sonra
3. Dizin yumuşak doku yaralanmaları
Malzemeler
a) 10 cm genişliğinde pamuklu tübüler bandaj
b) 10 cm genişliğinde ortopedik yün
c) 15 cm genişliğinde ortopedik yün
d) 15 cm genişliğinde alçı bandaj
e) 20 cm genişliğinde alçı bandaj
f) 1 cm kalınlıkta ortopedik yapıştırıcı keçe
g) Makas
h) Plastik örtü
i) Ilık su dolu kova
j) Alçı köprüsü
Yöntem
Bu işlem için 2 hemşire gereklidir
1. Hastaya alçı masasında rahat edeceği bir pozisyon verilir, hasarlanan bacak kasığa kadar açılır, gerekiyorsa diz, alçı köprüsü ile desteklenir.
2. Hastanın giysileri plastik örtü ile örtülür.
3. Bir hemşire ayağı tutarak bacağı kaldırır.
4. Doktor direktifine göre diz düz tutulur veya hafifçe bükülerek bilekten kasığa kadar pamuklu tübüler bandaj uygulanır.
5. Bileği çevirecek kadar bir ortopedik keçe yaklaşık 6 cm genişliğinde kesilir, bileği tamamen çevreleyecek şekilde malleol üzerine uygulanır, keçenin aşağı kaymamasına dikkat edilir.
6. 10 cm'lik ortopedik yün malleolden dize ve 15 cm'lik ortopedik yün dizden kasığa kadar uygulanır.
7. Bir adet 15 cm'lik alçı bandaj ılık suyla ıslatılıp sıkılır, spiral olarak malleol üzerinden dize kadar uygulanır. Bu işlem 15 cm'lik ikinci bir alçı sargı ile tekrarlanır.
8. Alçı köprü kaldırılır ve bir hemşire işlem sonuna kadar dizi istenen pozisyonda tutar.
9. Üçüncü 15 cm'lik alçı bandaj ılık suyla ıslatılıp sıkılır, spiral şekilde diz altından uyluk ortasına kadar uygulanır. Bu işlem dördüncü bir bandajla tekrarlanır.
10. Beşinci 15 cm'lik alçı bandaj ılık suda ıslatılıp sıkılır ve spiral şekilde uyluk ortasından kasığa kadar uygulanır. 15 cm'lik altıncı alçı bandajla işlem tekrarlanır.
11. Kaymayı engellemek için alçıya diz etrafında uygun şekil verilir.
12. Bütün kırışıklıklar düzeltilir.
13. Alçı üzerindeki yün ve pamuklu tübüler bandaj geriye çevrilir. Ayak bileği ekleminin serbest kalmasına ve kalçanın hareketinin engellenmemesine dikkat edilir.
14. Yün ve pamuklu tübüler bandajın gevşemesini engellemek için alçı ve 20 cm'lik bir alçı sargı ile spiral şekilde sarılarak sağlamlaştırılır.
Hastaya Uyarı ve Öneriler
Yürürken yardımcı gereçler kullanılır. Alt ekstremiteler için yapılan uyan ve egzersizler izlenir.
Endikasyonlar
1. Patella kırıkları
2. Patella çıkıklarının yerleştirilmesinden sonra
3. Dizin yumuşak doku yaralanmaları
Malzemeler
a) 10 cm genişliğinde pamuklu tübüler bandaj
b) 10 cm genişliğinde ortopedik yün
c) 15 cm genişliğinde ortopedik yün
d) 15 cm genişliğinde alçı bandaj
e) 20 cm genişliğinde alçı bandaj
f) 1 cm kalınlıkta ortopedik yapıştırıcı keçe
g) Makas
h) Plastik örtü
i) Ilık su dolu kova
j) Alçı köprüsü
Yöntem
Bu işlem için 2 hemşire gereklidir
1. Hastaya alçı masasında rahat edeceği bir pozisyon verilir, hasarlanan bacak kasığa kadar açılır, gerekiyorsa diz, alçı köprüsü ile desteklenir.
2. Hastanın giysileri plastik örtü ile örtülür.
3. Bir hemşire ayağı tutarak bacağı kaldırır.
4. Doktor direktifine göre diz düz tutulur veya hafifçe bükülerek bilekten kasığa kadar pamuklu tübüler bandaj uygulanır.
5. Bileği çevirecek kadar bir ortopedik keçe yaklaşık 6 cm genişliğinde kesilir, bileği tamamen çevreleyecek şekilde malleol üzerine uygulanır, keçenin aşağı kaymamasına dikkat edilir.
6. 10 cm'lik ortopedik yün malleolden dize ve 15 cm'lik ortopedik yün dizden kasığa kadar uygulanır.
7. Bir adet 15 cm'lik alçı bandaj ılık suyla ıslatılıp sıkılır, spiral olarak malleol üzerinden dize kadar uygulanır. Bu işlem 15 cm'lik ikinci bir alçı sargı ile tekrarlanır.
8. Alçı köprü kaldırılır ve bir hemşire işlem sonuna kadar dizi istenen pozisyonda tutar.
9. Üçüncü 15 cm'lik alçı bandaj ılık suyla ıslatılıp sıkılır, spiral şekilde diz altından uyluk ortasına kadar uygulanır. Bu işlem dördüncü bir bandajla tekrarlanır.
10. Beşinci 15 cm'lik alçı bandaj ılık suda ıslatılıp sıkılır ve spiral şekilde uyluk ortasından kasığa kadar uygulanır. 15 cm'lik altıncı alçı bandajla işlem tekrarlanır.
11. Kaymayı engellemek için alçıya diz etrafında uygun şekil verilir.
12. Bütün kırışıklıklar düzeltilir.
13. Alçı üzerindeki yün ve pamuklu tübüler bandaj geriye çevrilir. Ayak bileği ekleminin serbest kalmasına ve kalçanın hareketinin engellenmemesine dikkat edilir.
14. Yün ve pamuklu tübüler bandajın gevşemesini engellemek için alçı ve 20 cm'lik bir alçı sargı ile spiral şekilde sarılarak sağlamlaştırılır.
Hastaya Uyarı ve Öneriler
Yürürken yardımcı gereçler kullanılır. Alt ekstremiteler için yapılan uyan ve egzersizler izlenir.
DOĞRU EKRANIN KULLANILMASI
Ekran üzerindeki yansımaları yok etmek için ekranın eğim açısını değiştirin. Eğim, ışığı normal görüş alanının dışına yansıtacaktır.
Gözlerin sağlığı ve dinlendirilmesi
Ofis ortamında görme problemlerini en az seviyeye indirmek için aşağıdaki önerilerimizi dikkate alın:
Uzun süre ekrana baktığımızda, göz kasları kasılır, göz kırpma azalır. Bunun sonucunda göz nemliliğini kaybeder. Bu nedenle göz kırpma sayısını normalden aza düşürmeyin. Arada bir gözlerinizi ekrandan uzaklaştırın.
20 - 25 dakikada bir gözleriniz ekrandan uzaklaştırın ve uzak bir alana odaklanın. Böylelikle gözünüzün dinlenmesini sağlarsınız.
Ekranınızı temiz tutun.
Ekranınızdaki yansımayı yok edin veya azaltın.
Ekranda küçük karakter kullanmayın. Internet tarayıcı programınızda karakter büyüklüğünü arttırabilirsiniz.
Ekran kontrastını gözünüzü rahatsız etmeyecek şekilde ayarlayın.
Ekran filtresi kullanın.
Etiketler:
ekran,
filtre,
göz sağlığı,
kas,
ofis,
sağlık,
sağlık merkezi
Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları
Hazırlayan: Dr. Verda Bitlis Tüzer
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği
Cinsel istek bozuklukları
Cinsel tiksinti bozukluğu
Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel ağrı bozuklukları
Cinsel istek bozuklukları
Cinsel istek genellikle cinsel yanıt döngüsünün ilk evresi olarak değerlendirilir. İstek sadece psikolojik bir durum gibi görünse de sıklıkla hormonal dengesizlik ya da tedavi gibi fiziksel durumlardan etkilenmektedir.
Azalmış cinsel istek Azalmış cinsel istek sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması).
Kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenler göz önünde bulundurularak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varılır. İstek burada cinsel içerikli rüyalar ve fanteziler, erotik materyele ilgi, cinsel etkinlikle ilgili arzuların farkında olma, olası çekici cinsel eşlere yönelik dikkatin olması ve cinselliğin azalmasına ilişkin hayal kırıklığının olması gibi durumları kapsamaktadır. isteğin olması çeşitli faktörlere bağlıdır: biyolojik güdü, yeterli özgüven, cinsellikle ilgili önceki deneyimlerin olumlu olması, uygun bir cinsel eşin olması birlikte olunan kişi ile cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkinin olması. Bu alanların herhangi birinde sorun olması cinsel isteğin azalması ile sonuçlanabilir. Azalmış cinsel istek bozukluğu bazı durumlarda tüm cinsel eşlere ya da tüm cinsel aktivitelere genellenebilir. Genellikle diğer cinsel sorunlarla (orgazm olamama, kayganlaşma olmaması gibi) birlikte görülse de cinsel isteği az olan bazı kişiler cinsel olarak uyarılır ve orgazma ulaşırlar.
Cinsel istek azalması hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Cinsel isteği azaltan fiziksel faktörler yaşlanma, bazı ilaçlar, ağrı, alkolizm, böbrek yetmezliği, kronik hastalıklar, nörolojik durumlar ve hormonal dengesizliklerdir. Psikolojik nedenler arasındaki stres, kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar, beden imgesiyle ilgili kaygılar, anksiyete ve depresyon isteği azaltabilir. İlişki ile ilgili sorunlar (güç çekişmesi, çatışma, düşmanlık), cinsel travma (tecavüz), önemli yaşam olayları (ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi) ve cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların eşleşmesi gibi durumlar da önemlidir. Bazen cinsel istek azalması bir ilişkideki bozulmanın işareti olabilir.Öfkeli, korkulu ya da zihni dağınık kişiler genellikle cinsel yakınlık için istek duymazlar. Cinsellikten uzun süre uzak kalmak da cinsel dürtüyü bastırabilir.
Cinsel isteğin az olması kadınlarda cinsellikle ilgili en yaygın şikayetlerdendir. Kadınların yaklaşık %33'ünün hayatlarının bir döneminde cinsel ilgi ya da istek azalmasıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Yaş gruplarına göre sıklık değişmektedir. 18-24 yaşları arasındaki kadınların %32'si cinsel istek azlığından etkilenirken bu oran 30-34 yaş grubunda %29.5 ve 35-39 yaş grubunda %37.6'dır. Cinsel isteğin ne kadarının normal olduğunu söylemek zordur. Genelde klinisyen bir çok faktörü-kültürel bağlamda ilişkinin özellikleri gibi- bir arada değerlendirmelidir. Ayrıca cinsel eşin cinsel istek düzeyi de-eşlerden birindeki aşırı isteği belirlemek için değerlendirilmelidir. Bu arada eşlerin birbirinden farklı cinsel istek düzeylerinin olması herhangi birinde psikolojik bir sorun olduğu anlamına gelmez. Cinsel temas ve doyum gereksinimi kişilere göre değişebildiği gibi aynı kişide de zaman içinde farklı olabilir. Genel toplomda cinsel istek azlığının % 20 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Cinsel tiksinti bozukluğu
Cinsel isteğin daha şiddetli bir derecede ortadan kalkmasıdır. Cinsel tiksinti bozukluğu olan bireyler cinsel aktivetelerden kaçınırlar, kendilerine cinsel yönden yaklaşıldığında korku, kaygı ya da iğrenme ifade ederler. Bu durum belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası ilişkilerde zorluklara neden olur. Böyle bir sorunu olanlarda cinsel uyaranlara yanıt çok geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Şiddetli derecede cinsel tiksinti bozukluğu olan kişilerde cinsellikle ilgili durumlarda panik atağa varan sorunlar yaşanabilir. Bu sorun travma sonrası stres bozukluğu gibi başka psikolojik sorunlarla birarada görülebilir. Bu bozukluk tecavüze uğrama ya da çocuklukta istismar gibi cinsel saldırıya maruz kalınan durumlarda, cinsel birleşmenin ağrılı olduğu durumlarda ya da cinsel dürtü ile utanç, suçluluk gibi duygular arasında farkında olunmayan bir bağlantı olduğunda ortaya çıkabilir.
Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Sorunun karmaşıklığı ve bireylere özgü oluşu göz önüne alındığında işe yarayan tek bir yöntem olamayacağı açıktır. İçlerinde Viagra (sildefanil) de olmak üzere cinsel uyarılma üzerine etkili olduğu düşünülen bir grup ilaç araştırılmaktadır. Bu ilaçların çoğu genital bölgedeki kan akımını artırarak etkili olmaktadırlar. Hem kadınlar hem de erkeklerde testosteron libido açısından önemli olduğundan cinsel istek azalmasının tedavisinde kullanımı araştırılmıştır. Kadınlarda yaşla testosteronun azaldığı göz önüne alındığında zaman içinde libidolarında belirgin bir düşüş farkeden kadınlarda yararlı olabilir. Ancak cinsel istek azalması olan kadınların çoğunda testosteron düzeylerinin normal olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Testosteron tedavisi ile karaciğer hasarı, kalp hastalığı riskinde artış gibi yan etkiler oluşabileceği de dikkate alınmalıdır. Seçici östrojen agonistleri premenapozal ve postmenapozal kadınlarda cinsel isteği artırabilir. Cinsel aktiviteden bir kaç saat önce alınan metilfenidat gibi uyarıcılar antidepresan tedaviye ikincil cinsel işlev bozukluğu olan hastalarda cinsel yanıtın dört evresini de artırmıştır. Ancak uyarıcıların tedavide yeri belirsizdir. Bağımlılık, aritmi gibi yan etkileri de gözönünde bulundurulmalıdır.
Cinsel istek ile ilgili çalışmaların zor olmasının nedenlerinden biri cinsel döngünün bu ilk evresine eşlik eden açık fiziksel değişikliklerin olmamasıdır. Cinsel döngüde gözlenen normal fiziksel değişiklikler ikinci evre olan uyarılma evresine dek başlamazlar. Azalmış cinsel istek bozukluğu tedaviye en dirençli cinsel işlev bozuklukları arasındadır. Çoğu hastada duyumsal keşif alıştırmaları etkili değildir. Davranışçı yaklaşımdan çok psikodinamik yaklaşımla hastaya cinsel sorunların kökenini anlaması ve cinsel hazzın önündeki engelleri aşması için yardımcı olmak gerekebilir. Daha önce orgazm deneyimi olmayan kadınlar için masturbasyon alıştırmaları iyi bir yol olabilir.
Feromonların cinsel istek bozukluklarının tedavisindeki yeri de giderek daha fazla araştırılmaktadır. Bunlar dışında eğitim amaçlı erotik videolar da yararlı olabilir. Ancak cinsel tiksinti bozukluğu olanlarda erotik videolar kaygıyı artırabileceği için önerilmez.
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel uyarılma cinsel yanıt döngüsünün ikinci evresidir. Cinsel uyarılmanın kesin olarak psikolojik bir yönü olsa da aynı zamanda fizyolojik değişikliklerin görüldüğü ilk evredir. Kadınlarda genellikle pelvik bölgeye kan akımının olması, vajinal ıslanma ve genişleme ile dış genitallerin şişmesi ile karakterizedir. Bu değişikliklerin altında yatan mekanizma çok açık olmasa da cinsel uyarılma otonom sinir sisteminin uyarılması ile ilişkilidir.
Kadın Cinsel Uyarılma Bozukluğu (KCUB) Cinsel yanıtın genel uyarılma yönünün ortadan kalkmasıdır. Bu durumda kadınlarda vaginal kayganlaşma ya da genişleme olmadığı gibi erotik duyumlar da hissedilmez. Fiziksel temas tiksindirici gelebilir veya belli bir noktaya dek temas zevk verebilir. Uyarılma sorunu olduğunda orgazmla ilgili sorun da olacaktır. Bir araştırmada mutlu bir evlilikleri olan kadınların % 33'ü cinsel uyarılmayı sürdürmede zorluk tanımlamışlardır. Bütün işlev bozuklukları gibi KCUB da cinsel uyarıma yanıtı olan bir kadında yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkabilir ya da en başından beri yanıt olmayabilir. İşlev bozukluğu yalnız belli durumlarda görülebilir ya da genelleşmiş olabilir. Örneğin; yaşam boyu ve durumsal KCUB olan bir kadın her zaman uyarılma güçlüğü yaşayacak ve bu yalnızca eşiyle ortaya çıkacaktır.
Masters ve Johnson normal tepki veren kadınların özellikle adet öncesi dönemde istekli olduğunu bulmuştur. Yakın zamanlı bir araştırma da bu sorunu yaşayan kadınların adeti izleyen dönemde daha istekli olduğunu belirlemiştir. Bir üçüncü grup kadının da tam yumurtlama (ovulasyon) döneminde en yoğun cinsel uyarılmayı hissettiği belirtilmektedir.
Cinsel uyarılma ile ilgili sorunlar bazı fiziksel durumlar ve yaşam dönemleri ile ilişkili olabilir. Diyabet, sigara kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sinir hasarı hem kadın hem de erkekte cinsel uyarılmayı olumsuz etkileyebilir. Emziren kadınlarda vajinal ıslanmada azalma olabileceği belirtilmiştir. Menapoz döneminde ve sonrasında östrojenin azalması da uyarılmayı zorlaştırabilir. Bazı ilaçlar da uyarılmayı bozabilir. Antidepresanlar, antihipertansifler ve antihistaminikler sıklıkla bu yan etkiye sahiptir.
Bu işlev bozukluğunun en yaygın nedenleri arasında suçluluk ve düşmanlık yer almaktadır. Suçluluk genellikle cinsel ilişkiden hoşlanma isteği ile bunu yapmaktan duyulan korku arasındaki iç çatışmayı içine alır. Düşmanlık sıklıkla eşle ilgilidir. Kadında cinsel uyarılmayı artırmaya yönelik tedaviler Genital bölgeye kan akımını artırarak ya da ıslanmayı kolaylaştırarak etkinlik gösteren ürünler üzerine denemeler sürse de bunlar henüz deneysel düzeydedir. Bazı vazodilatör kremlerin cinsel uyarılmayı düzeltici etkisi sınanmaktadır. Sempatik sinir sistemini uyaran ilaçlar, yohimbin, sildefanil gibi ağızdan kullanılan ilaçlar da araştırılmaktadır. Bu ilaçlar kan akımını artırarak ya da sinir sisteminin bazı bölümlerini uyararak çalışırlar. Efedrin cinsel uyarılmayı ve orgazmı artırabilir. Ancak bu konuda çalışmalar sınırlıdır. Yan etkiler de kullanımı kısıtlamaktadır.
Trazodonun cinsel uyarılmayı artırabildiği belirtilmektedir. Öte yandan kadınlarda depresyon tedavisinde cinsel yan etkileri olmayan antidepresanlar seçmek de önemli görünmektedir.Nefazodon ve mirtazapin bu yönden daha güvenlidir. Kadın Orgazmik Bozukluğu Kadın cinsel yanıtının orgazm kısmıyla ilgili bir bozukluktur. Bu durumda kadın cinsel olarak uyarılır ancak odaklanma, yoğunluk ve süre yeterli olduğu halde orgazma ulaşamaz. Yaşam boyu orgazm bozukluğunda kadın bir eşle ya da masturbasyon ile hiç orgazma ulaşamamıştır. Bu bozuklukla ilgili olarak normalde varolan kişisel varyasyonların farkında olmak önemlidir. Bir diğer önemli konu da kadının cinsel birleşme yoluyla orgazm olmamasının kadında bir sorun olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. Birleşme olmadan klitorisin uyarılmasıyla orgazma ulaşan ancak klitoris uyarılmadığında sadece birleşme ile orgazma ulaşamayan bir kadın orgazm bozukluğu olarak değerlendirilemez. Çoğu kadın birleşme sırasında orgazma hem klitorisin elle uyarılması hem de penil vajinal uyarılma ile ulaşırlar. Kinsey 35 yaşın üzerindeki evli kadınların yalnızca %5'inin yaşamlarında hiç orgazma ulaşmadığını bulmuştur. Orgazm sıklığı yaşla artar.
Kadın orgazm bozukluğunun en önemli nedenlerinden biri "cinsellik eşittir cinsel birleşme" tarzı düşünmedir. Birleşme ve orgazmın başlıca amaç haline gelmesi orgazmı engeller.Kadının eşine kızgın olması da nedenlerden biri olabilir. Bir başka neden etkin olmayan cinsel tekniklerdir. Bazen kadın ve/veya cinsel eşi etkili bir şekilde uyarmayı beceremez. Sevişmek "bildiğimiz" değil öğrendiğimiz bir şeydir. Kaygı da cinsel tekniklerin etkin olmasını etkiler. Cinsellikle ilgili aileden ya da dinden öğrenilenler de bazen kadında kaçınmaya ya da açıkça etkin cinsel uyarımın reddedilmesine neden olabilir. Bazen kadın için orgazm kendini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu konudaki kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar da oldukça önemlidir.
Orgazm bozukluğunun tedavisinde sildenafil kullanımının yararlı olduğuna ilişkin bilgiler vardır. Ayrıca ilaç kullanımına ikincil olan cinsel işlev bozukluklarında da yararlı olabilir. Buspironun kadın orgazm bozukluğunda yararlı olabileceği de ortaya atılmıştır.
Cinsel ağrı bozuklukları
-Vaginismus Vagina etrafındaki kasların birleşmeyi imkansız hale getirecek şekilde istemsiz olarak kasılmasıdır. Vaginismusun nedeni genellikle cinsel birleşme ile ilgili tiksindirici bir uyarandır. En sık rastlanan tiksindirici uyaranlar travmatik cinsel saldırılar, ağrılı birleşme ve travmatik pelvik muayenedir. Diğer nedenler arasında pelvik hastalık ve bilinçdışı korku ve/veya suçluluk olabilir. Tedavide sistematik duyarsızlaştırma, pubokoksigeal kas eğitimi ve vajinal dilatörlerin kullanımı beraberce önerilir. Eşin işbirliği tedavinin etkinliğini belirleyen en önemli etken gibi görünmektedir.
-Disparöni cinsel ilişki ile birlikte tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı olması. Tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı cinsel birleşme dışındaki cinsel uyarılmayla da ortaya çıkabilir. Disparöni vestibülit, vajinal atrofi veya vajinal enfeksiyon gibi tıbbi sorunlara ikincil olabileceği gibi psikolojik de olabilir ya da her iki durum bir arada etkili olabilir. Ayrıca vajinismusa ikincil ya da ıslanmanın olmamasına bağlı da olabilir. Tedavide nedene yönelik tıbbi ve cerrahi girişimler önemlidir. Ancak çoğu kadın için bu girişimlerin yanı sıra bilişsel-davranışçı terapi gerekli olmaktadır. Kadın cinsel işlevinde hormonları rolü Hormonlar kadın cinsel işlevinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Hayvan deneylerinde östrojenin duyuları etkilediğine ilişkin kanıtlar elde edilmiştir. Menapoz sonrasındaki kadınlara östrojen verilmesi vajina ve klitoristeki kan akımını artırır. Yaşlanma ve menapoz sonucu en sık karşılaşılan cinsel yakınmalar istek kaybı, ağrılı cinsel birleşme, cinsel yanıtın azalması, orgazma ulaşmada zorluk ve genital duyarlığın azalmasıdır. Islanmanın azalması ve duyarlığın bozulması östrojen düzeylerinin düşüklüğü ile ilişkilidir. Testosteron düzeylerinin düşük olması cinsel uyarılma, genital duyarlık, libido ve orgazmdaki azalma ile birliktedir.
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği
Cinsel istek bozuklukları
Cinsel tiksinti bozukluğu
Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel ağrı bozuklukları
Cinsel istek bozuklukları
Cinsel istek genellikle cinsel yanıt döngüsünün ilk evresi olarak değerlendirilir. İstek sadece psikolojik bir durum gibi görünse de sıklıkla hormonal dengesizlik ya da tedavi gibi fiziksel durumlardan etkilenmektedir.
Azalmış cinsel istek Azalmış cinsel istek sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması).
Kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenler göz önünde bulundurularak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varılır. İstek burada cinsel içerikli rüyalar ve fanteziler, erotik materyele ilgi, cinsel etkinlikle ilgili arzuların farkında olma, olası çekici cinsel eşlere yönelik dikkatin olması ve cinselliğin azalmasına ilişkin hayal kırıklığının olması gibi durumları kapsamaktadır. isteğin olması çeşitli faktörlere bağlıdır: biyolojik güdü, yeterli özgüven, cinsellikle ilgili önceki deneyimlerin olumlu olması, uygun bir cinsel eşin olması birlikte olunan kişi ile cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkinin olması. Bu alanların herhangi birinde sorun olması cinsel isteğin azalması ile sonuçlanabilir. Azalmış cinsel istek bozukluğu bazı durumlarda tüm cinsel eşlere ya da tüm cinsel aktivitelere genellenebilir. Genellikle diğer cinsel sorunlarla (orgazm olamama, kayganlaşma olmaması gibi) birlikte görülse de cinsel isteği az olan bazı kişiler cinsel olarak uyarılır ve orgazma ulaşırlar.
Cinsel istek azalması hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Cinsel isteği azaltan fiziksel faktörler yaşlanma, bazı ilaçlar, ağrı, alkolizm, böbrek yetmezliği, kronik hastalıklar, nörolojik durumlar ve hormonal dengesizliklerdir. Psikolojik nedenler arasındaki stres, kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar, beden imgesiyle ilgili kaygılar, anksiyete ve depresyon isteği azaltabilir. İlişki ile ilgili sorunlar (güç çekişmesi, çatışma, düşmanlık), cinsel travma (tecavüz), önemli yaşam olayları (ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi) ve cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların eşleşmesi gibi durumlar da önemlidir. Bazen cinsel istek azalması bir ilişkideki bozulmanın işareti olabilir.Öfkeli, korkulu ya da zihni dağınık kişiler genellikle cinsel yakınlık için istek duymazlar. Cinsellikten uzun süre uzak kalmak da cinsel dürtüyü bastırabilir.
Cinsel isteğin az olması kadınlarda cinsellikle ilgili en yaygın şikayetlerdendir. Kadınların yaklaşık %33'ünün hayatlarının bir döneminde cinsel ilgi ya da istek azalmasıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Yaş gruplarına göre sıklık değişmektedir. 18-24 yaşları arasındaki kadınların %32'si cinsel istek azlığından etkilenirken bu oran 30-34 yaş grubunda %29.5 ve 35-39 yaş grubunda %37.6'dır. Cinsel isteğin ne kadarının normal olduğunu söylemek zordur. Genelde klinisyen bir çok faktörü-kültürel bağlamda ilişkinin özellikleri gibi- bir arada değerlendirmelidir. Ayrıca cinsel eşin cinsel istek düzeyi de-eşlerden birindeki aşırı isteği belirlemek için değerlendirilmelidir. Bu arada eşlerin birbirinden farklı cinsel istek düzeylerinin olması herhangi birinde psikolojik bir sorun olduğu anlamına gelmez. Cinsel temas ve doyum gereksinimi kişilere göre değişebildiği gibi aynı kişide de zaman içinde farklı olabilir. Genel toplomda cinsel istek azlığının % 20 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Cinsel tiksinti bozukluğu
Cinsel isteğin daha şiddetli bir derecede ortadan kalkmasıdır. Cinsel tiksinti bozukluğu olan bireyler cinsel aktivetelerden kaçınırlar, kendilerine cinsel yönden yaklaşıldığında korku, kaygı ya da iğrenme ifade ederler. Bu durum belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası ilişkilerde zorluklara neden olur. Böyle bir sorunu olanlarda cinsel uyaranlara yanıt çok geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Şiddetli derecede cinsel tiksinti bozukluğu olan kişilerde cinsellikle ilgili durumlarda panik atağa varan sorunlar yaşanabilir. Bu sorun travma sonrası stres bozukluğu gibi başka psikolojik sorunlarla birarada görülebilir. Bu bozukluk tecavüze uğrama ya da çocuklukta istismar gibi cinsel saldırıya maruz kalınan durumlarda, cinsel birleşmenin ağrılı olduğu durumlarda ya da cinsel dürtü ile utanç, suçluluk gibi duygular arasında farkında olunmayan bir bağlantı olduğunda ortaya çıkabilir.
Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Sorunun karmaşıklığı ve bireylere özgü oluşu göz önüne alındığında işe yarayan tek bir yöntem olamayacağı açıktır. İçlerinde Viagra (sildefanil) de olmak üzere cinsel uyarılma üzerine etkili olduğu düşünülen bir grup ilaç araştırılmaktadır. Bu ilaçların çoğu genital bölgedeki kan akımını artırarak etkili olmaktadırlar. Hem kadınlar hem de erkeklerde testosteron libido açısından önemli olduğundan cinsel istek azalmasının tedavisinde kullanımı araştırılmıştır. Kadınlarda yaşla testosteronun azaldığı göz önüne alındığında zaman içinde libidolarında belirgin bir düşüş farkeden kadınlarda yararlı olabilir. Ancak cinsel istek azalması olan kadınların çoğunda testosteron düzeylerinin normal olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Testosteron tedavisi ile karaciğer hasarı, kalp hastalığı riskinde artış gibi yan etkiler oluşabileceği de dikkate alınmalıdır. Seçici östrojen agonistleri premenapozal ve postmenapozal kadınlarda cinsel isteği artırabilir. Cinsel aktiviteden bir kaç saat önce alınan metilfenidat gibi uyarıcılar antidepresan tedaviye ikincil cinsel işlev bozukluğu olan hastalarda cinsel yanıtın dört evresini de artırmıştır. Ancak uyarıcıların tedavide yeri belirsizdir. Bağımlılık, aritmi gibi yan etkileri de gözönünde bulundurulmalıdır.
Cinsel istek ile ilgili çalışmaların zor olmasının nedenlerinden biri cinsel döngünün bu ilk evresine eşlik eden açık fiziksel değişikliklerin olmamasıdır. Cinsel döngüde gözlenen normal fiziksel değişiklikler ikinci evre olan uyarılma evresine dek başlamazlar. Azalmış cinsel istek bozukluğu tedaviye en dirençli cinsel işlev bozuklukları arasındadır. Çoğu hastada duyumsal keşif alıştırmaları etkili değildir. Davranışçı yaklaşımdan çok psikodinamik yaklaşımla hastaya cinsel sorunların kökenini anlaması ve cinsel hazzın önündeki engelleri aşması için yardımcı olmak gerekebilir. Daha önce orgazm deneyimi olmayan kadınlar için masturbasyon alıştırmaları iyi bir yol olabilir.
Feromonların cinsel istek bozukluklarının tedavisindeki yeri de giderek daha fazla araştırılmaktadır. Bunlar dışında eğitim amaçlı erotik videolar da yararlı olabilir. Ancak cinsel tiksinti bozukluğu olanlarda erotik videolar kaygıyı artırabileceği için önerilmez.
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel uyarılma cinsel yanıt döngüsünün ikinci evresidir. Cinsel uyarılmanın kesin olarak psikolojik bir yönü olsa da aynı zamanda fizyolojik değişikliklerin görüldüğü ilk evredir. Kadınlarda genellikle pelvik bölgeye kan akımının olması, vajinal ıslanma ve genişleme ile dış genitallerin şişmesi ile karakterizedir. Bu değişikliklerin altında yatan mekanizma çok açık olmasa da cinsel uyarılma otonom sinir sisteminin uyarılması ile ilişkilidir.
Kadın Cinsel Uyarılma Bozukluğu (KCUB) Cinsel yanıtın genel uyarılma yönünün ortadan kalkmasıdır. Bu durumda kadınlarda vaginal kayganlaşma ya da genişleme olmadığı gibi erotik duyumlar da hissedilmez. Fiziksel temas tiksindirici gelebilir veya belli bir noktaya dek temas zevk verebilir. Uyarılma sorunu olduğunda orgazmla ilgili sorun da olacaktır. Bir araştırmada mutlu bir evlilikleri olan kadınların % 33'ü cinsel uyarılmayı sürdürmede zorluk tanımlamışlardır. Bütün işlev bozuklukları gibi KCUB da cinsel uyarıma yanıtı olan bir kadında yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkabilir ya da en başından beri yanıt olmayabilir. İşlev bozukluğu yalnız belli durumlarda görülebilir ya da genelleşmiş olabilir. Örneğin; yaşam boyu ve durumsal KCUB olan bir kadın her zaman uyarılma güçlüğü yaşayacak ve bu yalnızca eşiyle ortaya çıkacaktır.
Masters ve Johnson normal tepki veren kadınların özellikle adet öncesi dönemde istekli olduğunu bulmuştur. Yakın zamanlı bir araştırma da bu sorunu yaşayan kadınların adeti izleyen dönemde daha istekli olduğunu belirlemiştir. Bir üçüncü grup kadının da tam yumurtlama (ovulasyon) döneminde en yoğun cinsel uyarılmayı hissettiği belirtilmektedir.
Cinsel uyarılma ile ilgili sorunlar bazı fiziksel durumlar ve yaşam dönemleri ile ilişkili olabilir. Diyabet, sigara kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sinir hasarı hem kadın hem de erkekte cinsel uyarılmayı olumsuz etkileyebilir. Emziren kadınlarda vajinal ıslanmada azalma olabileceği belirtilmiştir. Menapoz döneminde ve sonrasında östrojenin azalması da uyarılmayı zorlaştırabilir. Bazı ilaçlar da uyarılmayı bozabilir. Antidepresanlar, antihipertansifler ve antihistaminikler sıklıkla bu yan etkiye sahiptir.
Bu işlev bozukluğunun en yaygın nedenleri arasında suçluluk ve düşmanlık yer almaktadır. Suçluluk genellikle cinsel ilişkiden hoşlanma isteği ile bunu yapmaktan duyulan korku arasındaki iç çatışmayı içine alır. Düşmanlık sıklıkla eşle ilgilidir. Kadında cinsel uyarılmayı artırmaya yönelik tedaviler Genital bölgeye kan akımını artırarak ya da ıslanmayı kolaylaştırarak etkinlik gösteren ürünler üzerine denemeler sürse de bunlar henüz deneysel düzeydedir. Bazı vazodilatör kremlerin cinsel uyarılmayı düzeltici etkisi sınanmaktadır. Sempatik sinir sistemini uyaran ilaçlar, yohimbin, sildefanil gibi ağızdan kullanılan ilaçlar da araştırılmaktadır. Bu ilaçlar kan akımını artırarak ya da sinir sisteminin bazı bölümlerini uyararak çalışırlar. Efedrin cinsel uyarılmayı ve orgazmı artırabilir. Ancak bu konuda çalışmalar sınırlıdır. Yan etkiler de kullanımı kısıtlamaktadır.
Trazodonun cinsel uyarılmayı artırabildiği belirtilmektedir. Öte yandan kadınlarda depresyon tedavisinde cinsel yan etkileri olmayan antidepresanlar seçmek de önemli görünmektedir.Nefazodon ve mirtazapin bu yönden daha güvenlidir. Kadın Orgazmik Bozukluğu Kadın cinsel yanıtının orgazm kısmıyla ilgili bir bozukluktur. Bu durumda kadın cinsel olarak uyarılır ancak odaklanma, yoğunluk ve süre yeterli olduğu halde orgazma ulaşamaz. Yaşam boyu orgazm bozukluğunda kadın bir eşle ya da masturbasyon ile hiç orgazma ulaşamamıştır. Bu bozuklukla ilgili olarak normalde varolan kişisel varyasyonların farkında olmak önemlidir. Bir diğer önemli konu da kadının cinsel birleşme yoluyla orgazm olmamasının kadında bir sorun olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. Birleşme olmadan klitorisin uyarılmasıyla orgazma ulaşan ancak klitoris uyarılmadığında sadece birleşme ile orgazma ulaşamayan bir kadın orgazm bozukluğu olarak değerlendirilemez. Çoğu kadın birleşme sırasında orgazma hem klitorisin elle uyarılması hem de penil vajinal uyarılma ile ulaşırlar. Kinsey 35 yaşın üzerindeki evli kadınların yalnızca %5'inin yaşamlarında hiç orgazma ulaşmadığını bulmuştur. Orgazm sıklığı yaşla artar.
Kadın orgazm bozukluğunun en önemli nedenlerinden biri "cinsellik eşittir cinsel birleşme" tarzı düşünmedir. Birleşme ve orgazmın başlıca amaç haline gelmesi orgazmı engeller.Kadının eşine kızgın olması da nedenlerden biri olabilir. Bir başka neden etkin olmayan cinsel tekniklerdir. Bazen kadın ve/veya cinsel eşi etkili bir şekilde uyarmayı beceremez. Sevişmek "bildiğimiz" değil öğrendiğimiz bir şeydir. Kaygı da cinsel tekniklerin etkin olmasını etkiler. Cinsellikle ilgili aileden ya da dinden öğrenilenler de bazen kadında kaçınmaya ya da açıkça etkin cinsel uyarımın reddedilmesine neden olabilir. Bazen kadın için orgazm kendini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu konudaki kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar da oldukça önemlidir.
Orgazm bozukluğunun tedavisinde sildenafil kullanımının yararlı olduğuna ilişkin bilgiler vardır. Ayrıca ilaç kullanımına ikincil olan cinsel işlev bozukluklarında da yararlı olabilir. Buspironun kadın orgazm bozukluğunda yararlı olabileceği de ortaya atılmıştır.
Cinsel ağrı bozuklukları
-Vaginismus Vagina etrafındaki kasların birleşmeyi imkansız hale getirecek şekilde istemsiz olarak kasılmasıdır. Vaginismusun nedeni genellikle cinsel birleşme ile ilgili tiksindirici bir uyarandır. En sık rastlanan tiksindirici uyaranlar travmatik cinsel saldırılar, ağrılı birleşme ve travmatik pelvik muayenedir. Diğer nedenler arasında pelvik hastalık ve bilinçdışı korku ve/veya suçluluk olabilir. Tedavide sistematik duyarsızlaştırma, pubokoksigeal kas eğitimi ve vajinal dilatörlerin kullanımı beraberce önerilir. Eşin işbirliği tedavinin etkinliğini belirleyen en önemli etken gibi görünmektedir.
-Disparöni cinsel ilişki ile birlikte tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı olması. Tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı cinsel birleşme dışındaki cinsel uyarılmayla da ortaya çıkabilir. Disparöni vestibülit, vajinal atrofi veya vajinal enfeksiyon gibi tıbbi sorunlara ikincil olabileceği gibi psikolojik de olabilir ya da her iki durum bir arada etkili olabilir. Ayrıca vajinismusa ikincil ya da ıslanmanın olmamasına bağlı da olabilir. Tedavide nedene yönelik tıbbi ve cerrahi girişimler önemlidir. Ancak çoğu kadın için bu girişimlerin yanı sıra bilişsel-davranışçı terapi gerekli olmaktadır. Kadın cinsel işlevinde hormonları rolü Hormonlar kadın cinsel işlevinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Hayvan deneylerinde östrojenin duyuları etkilediğine ilişkin kanıtlar elde edilmiştir. Menapoz sonrasındaki kadınlara östrojen verilmesi vajina ve klitoristeki kan akımını artırır. Yaşlanma ve menapoz sonucu en sık karşılaşılan cinsel yakınmalar istek kaybı, ağrılı cinsel birleşme, cinsel yanıtın azalması, orgazma ulaşmada zorluk ve genital duyarlığın azalmasıdır. Islanmanın azalması ve duyarlığın bozulması östrojen düzeylerinin düşüklüğü ile ilişkilidir. Testosteron düzeylerinin düşük olması cinsel uyarılma, genital duyarlık, libido ve orgazmdaki azalma ile birliktedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)